18 Temmuz 2008 Cuma

Sokak Sanatı Kitabı Hakkında (Röportaj)





















Şinasi Güneş













deeee-Böcek











Tab









istanbulcity-crime-Turbo



(“Sokak Sanatı”adı kitabı derleyen ve yazan Şinasi Güneş ile yapılan Röportajın dökümüdür.)

Önümüzdeki günlerde “Sokak Sanatı” adlı bir kitap çıkarıyorsunuz. Bu kitabı yaratma fikri nasıl doğdu?
Plastik sanatlar ortamındaki yayın yetersizliği yüzünden bir dizi yayın hazırlama düşüncesi belirdi bende. Öncelikle bunlar alternatif sanat disiplinleri ile ilgili olmalıydı. Türkiye’de yeterince tanınmayan ve yapılmayan konular üzerine bir yayın oluşturma düşüncesini benimsedim. Bu dizi ile ilgili olarak ilk üç yayını, “New York ve Sakız” (Video sanatı ile ilgili) kitabı, “Sokak Sanatı” ve “Posta Sanatı” kitabı olarak belirledim. Nitekim Sokak sanatı kitabı çıkacak olan 2. yayınım.

Sokak sanatı ile ilgili alakanız nasıl başladı?
Sokak sanatına aslında bir nevi güncel sanat camiasındaki kuruluk yüzünden alternatif sanat arayışlarımın yansıması sonucu yöneldim.

Cihangir’de yıllardır bir atölyem bulunmakta. Son zamanlarda atölyemin bulunduğu sokaktan dışarı çıktığımda birçok stensil ile karşılaşmaya başladım. Cihangir’in çehresi birkaç yıldır sokak sanatı uygulamalari ile birlikte oldukça değişti. Dolayısıyla duvarlarda gördüğüm birbirinden ilginç bu çalışmalar aradığım elektriklenmeyi bende oluşturdu. Önceleri eBenzin güncel sanat e-zini’nde sokak sanatına yer verdim. (www.ebenzin.com) Ardından uzun bir süre dâhilinde sokak sanatı uygulamalarını fotoğrafladım. Tabii ki daha çok Beyoğlu ve çevresi ağırlıklı olmak üzere... Ardından mevcut fotoğraflar beni belge oluşturma mantığına itti. Bir kitap oluşturma fikrine...

Sizce Türkiye de sokak sanatı adına bir kitap yazılacak noktaya gelindi mi?
Son beş yıldır Türkiye de sokak sanatı uygulamaları oldukça yoğunlaştı. Hip hop kültürünün yansımalarını her yerde görmek mümkün. Gençlerdeki bu ilgi ve alaka da bu somut ürünlerin belgelenmesinin gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Ki bu konuda yurtdışında oldukça fazla yayın mevcut. Bizde yaşanırlılık olmasına rağmen yayın olmaması, başlı başına bir handikaptı.

Bu kitabı oluştururken fikir aşamasından basım aşamasına kadar nasıl bir yol izlediniz?
Türkiye de sokak sanatının bir nevi tarihini oluşturacak bir yayın olmasına dikkat ettim. Çünkü bu yayın sokak sanatı üzerine ilk kitap idi. Kitabın hazırlık aşamasına geçmeden önce sokak sanatı yazıcıları ile görüşmeler yapıldı. Benim için en önemli şey objektif, direkt olarak gerçek anlamda sokak yazıcılarını ifade eden onların belirleyici olduğu, tarafsız bir yayın çıkarmaktı ki sanıyorum bunuda başardım. Kitapta yazıcıların dertlerini iyi ifade edebilmelerini sağlamak amacıyla röportajlara ağırlık verildi. Geçmişte konu ile ilgili olarak yeterli envanter olmadığı için ilk bilgilere ulaşılmaya çalışıldı ve bir Türkiye sokak sanatı tarihi oluşturuldu. İşin teknik boyutu bir yana makaleler ve imaj üzerine yazılar ile sokak sanatının kavramsal açıdan sorgulanmasına çalışıldı.

Kitap çıktıktan sonra ilgi düzeyi ne derece de olur? Bu konuda bir öngörünüz var mı?
Kitabın öncelikle büyük ölçekte gençleri kucaklayacığına inanıyorum. Kendilerini yansıtan bir yayın bulacaklar. Bir başucu kitabı olacağına ve bu konuda bir milat oluşturacağını düşünüyorum.

Bu kitapla beraber kamuoyunda sizce neler değişir?
Geçmişte sokak sanatı çalışmaları kamuoyu tarafından siyasi bir sembol olarak ya da satanizm ürünü olarak algılanıyordu. Günümüzde ise bu bakış açısı büyük ölçekte kırıldı. Bu kitap kamuoyunu bir nebzede olsa bilgilendirecektir. Sosyolojik açıdan alternatif gençliğin sesinin kamuoyu tarafından duyulmasını sağlayacaktır. Alternatif bir külütürün çığlığı olacağı için uzun vadede etkileri ağırlığı hissedilecek bir yayın.

Sokak Sanatı adlı bu kitap, Türk sokak sanatı tarihinde belgesel niteliğinde bir eser ve kalıcılık taşıyacak. Sizce kitabın içeriği bu ağırlığı kaldıracak boyutta mı?
Kesinlikle taşıyacak nitelikte. Zengin bir içerik var. Bu kitap bir iddia taşımak amacıyla üretilmedi ama zamanlaması itibariyle kendiliğinden bir iddianın içine düştü. Bu nedenle dikkati çekmesi kaçınılmaz. Alternatif bir zümreye seslendiği için farklı eleştirilerinde gelmesi doğal olacaktır. Her eleştiri bizim için bir kazançtır. Bu konuda yapılan çalışmalar yakın tarihin ürünleri. Dolayısıyla bu uygulamalar ve bunları gerçekleştiren yazıcılar ile direkt olarak kontağa geçilebildiği için mevcut olan doğru bilgiye ulaşmak yerinde ve zamanında mümkün oldu.
Ve de geniş bir perspektiften bu konu ilgili olarak Türkiye’de yapılmış her şey mercek altına alındı. Bu süreç izlenirken sokak sanatçılarının kendi kendilerini yansıtmaları sağlandı. Zaten bu yayın, gücünü samimiyetinden alıyor.

“New York ve Sakız”











1.Röportaj

1. Şinasi Güneş’i tanıyabilir miyiz?
1968 Manyas doğumluyum. Hâlen İstanbul’da yaşıyorum.
Performans Sanatı, Posta Sanatı, Enstalasyon, Video Sanatı, Sokak Sanatı, Resim, Heykel ve Fotoğraf Sanatı üzerine ağırlıklı olarak çalışmalar yapmaktayım. 2005 yılında gerçekleşen “Takıntı” konulu Uluslararası İşitsel Video Art Festivali’nin küratörlüğünü gerçekleştirdim. Birçok ulusal ve uluslararası galeri ve müzede eserlerim sergilendi ve koleksiyonlara dâhil oldu. Ebenzin güncel sanat e-zini’ ni Coşkun Sami ile birlikte 2005 yılından bu yana yayınlamaktayım. Bunun yanı sıra zaman zaman dergi ve sanat fanzinlerinde sanat ile ilgili yazılar yazmaktayım.

2. Eğitiminizden bahsedelim…
Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Resim Bölümü Heykel Anasanat Dalı'ndan 1988 yılında mezun oldum. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü'nde 1992 yılında yüksek lisans eğitimini tamamladım.

3. Sanat Şinasi Güneş için nedir?
Sanat insanı hayata bağlar. Maddesel bir dünyanın ötesine taşır. İnsan varolmanın hafifliğini sanatla yaşar. Sanat ile varlık sancısını hisseder. Yaşadıkça varolmanın bilincine varır.

4. Bir sanat yapıtının derinliğine irdelenmesi açısından Türkiye’de çıkan ilk yayın niteliğini taşıyor? New York ve Sakızdan bahsedelim… İsmi de oldukça ilginç…
“New York ve Sakız” kitabı Mart ayında Artes yayınlarından çıktı. Yayın, New York Şehri Brooklyn Metrosu'nda 24 temmuz 2003’de gerçekleştirdiğim performansın videosu üzerine Türk ve yabancı küratör, eleştirmen, yazar ve sanatçıların yazılarından oluşuyor.

5. 23 ismin dâhil olmasıyla ortaya çıkan bir eser…
Dünyanın muhtelif yerlerinden küratör, yazar ve sanatçıların yazılarından oluşuyor kitap. Tabii ki bu durum farklı bakış açıları ve duyarlılığın oluşmasını sağlıyor. Bu yazarlardan bazıları “Beral Madra”, “Necmi Sönmez”, “Hakan Akçura”,“Raul Moarquech Ferrera”, “Sztuka Fabryka”...

6. Yaptığınız bu çalışma bir tepkiyle karşılandı mı? Yani ters bir şey yaşadınız mı? Size ait olmayan bir kenti boyadınız belki de…
Brooklyn Metrosu’nda insanlar metroyu kullanırken korsan bir şekilde gerçekleşti, bu performans. Nitekim New York Metrosu 24 saat açıktı. Bu arada görevliler tarafından müdahale edildi. Bu nedenle performansı bir yerde noktalamak zorunda kaldım. Elimde yeterince görüntü olduğu için bu durum, benim için kayıp teşkil etmedi. Bereket kamerama el koymadılar.

7. Yolculuklar kitabınızdan bahsedelim… Bu kitaptaki yolculuğunuz nasıl başlamıştır?
Yolculuklar fikri arkadaşım Fatih Balcı’dan çıktı. Kitabın editörlüğünü ben yaptım. Kitap 3 ay gibi bir sürede hazırlandı. Kitabın isim babası Ferruh Alışır’dır. Kitapta 1991 ila 1996 yılları arasında yazdığım şiirler var. Kitap benim için bir dostluk kitabı niteliği taşıyordu. Bir vapurda iken geçmişe dalıp içinde yüzeceğim, hoş tatlı tınılar hissedeceğim...

8. Sanatçı duyarlılığınız için kollektif bir ruh gerekiyor mu?
İlkel insan araçlar yaparken, çevresini dönüştürürken sanattan faydalanmıştır. Sanat dolayısıyla insanla birlikte var ola gelmiştir. Sanatın özünde iletişim vardır, insansaldır. Tek başına bir anlam ihtiva etmiyor, görülmesi, tüketilmesi lazım. Paylaşıldığı oranda, dolaşımı hız kazanabilir. İnsanı yaşam belirler. Yaşamda belirleyici olanda kolektif düşünebilme yeteneğidir.

9. Performansınızı çekerken ekolojik kaygılarınız önde miydi?
Bu video New York’ta yaşayan insanların çevre bilincini, bir anlamda da modernizmin eleştirisini içeriyor. 2003 yılında New York şehrinde 1 aylık bir süre zarfında bulunmuştum. Genel izlenimim New York halkının olması gereken bir kolektif yaşama bilincine sahip olmayışıydı. Hayat, fazlasıyla bireyseldi. Sokaklar çok pisti. Evlerin önünde mekân düzenleme olgusu zayıftı. Ve yerlerde binlerce sakız lekesi görmem bende şaşkınlık, ardından da tepki vermemi dolayısıyla da bu performansın yapılmasını sağladı.

10. Dünyamız için kurtarıcı olan mesih sizce sanat mı?
Bugün küresel kapitalizmin dayattığı sanat, tekrara dayalı aynılığı yansıtmaktadır. Bu durum, ancak ve ancak yeniyi yaratmakla, tersine bir dünya tasarımı ile kırılabilir. Bunun için toplumun örgütlü bir yapısının olması gerekiyor. Nitekim toplumsal hayatın refahı, toplumun belirli bir sanatsal kültüre sahip olması ile gerçekleşecektir. Bu nedenle yeni algılama düzenekleri oluşturmak esas alınmalıdır. Geçmişte sanatı yaşama biçimi haline getirmek için Sürrealistler ve Dadaistler kolları sıvamışlardı. 1960’larda bir takım “Olay Sanatı” ile uğraşan sanatçılar, sanatı “an”ın hizmetine sokmuşlardı. Ve bunun bir başka türevi “Hippi”lerde karşımıza çıkmıştı. Özgürlüğün bireyin kendi içinde olduğunu savunan “Hippi”ler düşünce biçimlerini gerçek yaşama dönüştürmüşlerdi. “Hippi” hareketinin özellikle müzik olmak üzere birçok sanat disiplini ile direkt bağı vardı.“Hippi” hareketi de bir döneme damgasını vurdu ve gücünü yitirdi. Sanat, “an”a göre bir yaşam biçimini öngördüğünden geçmiş ve gelecek tasavvuruna dayalı dünyamıza yeni bir tasarı getirebilir. Yok etme üzerine dayalı yaşayımızda ihtiyacımız olan duyarlılığı ve yaratıcılığı sunabilir. Sanatsal bir yaşayışa dayalı bir gelecek çıkışımız olabilir. Her ne kadar şu an ütopik olarak gözükse de...

11. Aşk için ne dersiniz
Yaşamını aşka dönüştüremiyor isen kadın boyutunda da aşkı yakalayamazsın...

12. Kadın ve sanatın metamorfoz ilişkisi üstüne neler var?
Küreselleşen dünyamızda sanat tekrar sorununa dayalı olarak teknolojiyi takip ederken, kadında arzu nesnesi olarak ortaya çıkmaktadır. Erkek egemen olan yaşamımızda devrim, kadında başlamalıdır. Dolayısıyla günümüzde sanat da direkt olarak kadın ile ilintilidir. Fakat sanat, olması gereken hâlinden çok uzaktır. Öznesi kadındır. Sanat şu an tekdüzedir öznesi olan kadında...

13. Ruhsal travmalarınızı nasıl terapi ediyorsunuz?
Üreterek terapi ediyorum. Sanat bu bağlamca ciddi bir terapi görevini üstlenmekte. Sanat ile uğraşmadığım zamanlarda kendimi agresif ve boşlukta hissediyorum.

14. Sizin için şiir…
Şiir için söylenen, hayatı ifade etmenin en kestirme yolu tanımlaması benim içinde geçerli. Şiir yalnızlılığım doruğa vardığı zamanlarda açığa çıkan bir şey...

15. Bilgi ve düş gücünüzün yazılarınızda ortaya çıktığını söyleyebilir miyiz?
Birikimimi yansıtabilmek için 1987’den bu yana kavramsal sanat ile uğraşıyor ve yazıyorum. Sanat ütopik olarak nitelendirilebilecek olan sezgilerimin bir şekilde açığa çıkmasını sağlıyor.

16. Şinasi Güneş’in diğer yazan ve çizen yolculardan farkı nedir?
Diğer yolculardan farkım düşündüklerimi hayata geçirebilmemdir. Bunun yanı sıra bir seyyah gibi dünyaya yaklaşabilmem diyebilirim...

17. Özel hayatınızdan bahsedelim, yazmak dışında neler yaparsınız?
Gezmek benim için çok önemli. Bulduğum her boşlukta kaçarım.
Ciddi bir sinema izleyicisiyim. 8mm. film koleksiyonum var. Plak dinlemeyi severim. Plastik sanatlar ki özellikle resim yapmak, vaktimin büyük bir bölümünü alıyor. Son yıllarda video art üzerine yoğunluklu olarak çalışıyorum. Bu sene romanlar üzerine 2 belgesel yaptım.

18. Ve planlar…
“Sokak Sanatı” ve “Posta Sanatı” olmak üzere 2 kitap hazırlıyorum. Sinema üzerine biraz daha yoğulaşacağım gibi görünüyor. Bir resim sergisi açmayı düşünüyorum. Ve yeni gezi planları...

Not: Bu yazı Future Dergisinin 43. sayısının 48 ve 49. sayfalarında yayınlanmıştır.



2.Röportaj

Sosyal performans güncel sanat içinde Beuys’tan bu güne ne tür bir değişim geçirdi? Şu anki tüketim toplumuyla kıyaslarsan derin farklılıklar var mı?

Performans sanatı kavramsal olarak nitelendirilen bir eğilimi yansıtır. 1970’li yıllarda performans sanatının en güçlü ismi Joseph Beuys’tu. Bilindiği üzere Beuys “düşünce plastiktir” diyerek kendi sanatsal tavrını ortaya koymuştu. Beuys’un sanatsal yaklaşımının altında "eylem" kavramı bulunur. O tüm hayatı boyunca sanat ve yaşamı birleştirmeye çalışır. Toplumsal içerikli performanslarından birinde Beuys, Berlin'in Karl Marx Meydanı'ndaki 1 Mayıs gösterilerine iştirak eder. Tüm meydanı kızıl renkteki süpürgesi ile süpürür. Toplananları iki asistanın taşıdığı siyah ve sarı renkte olan torbalara doldurur. Eylem bittikten sonra toplananlar, galeride sergilenir.
Beuys’un “sosyal heykel” fikri doğrultusunda idi bu eylemler. Beuys’a göre: Her insan sanatçıdır. Performans sanatının kökeninde topluma sunmak vardır ve yapılan sanat bir yanıyla anarşiktir. Nitekim Beuys, performanslarında kurumlara ve mevcut totaliter yapılara karşı toplumsal destek alarak mücadele ermeye çalıştı. Beuys’tan sonra performans sanatçıları bireysel edimleri ile ön plana çıktılar ve son dönemde performanslarını bienallerde sergilemeye başladılar. Performans sanatçıları için önceleri bilinç, sonraları beden önemli oldu.
Marina Abramovic’in 1981-1987 yılları arasında Ulay ile gerçekleştirdikleri performansları, Orlan’ın “Carnal Art 2" olarak adlandırdığı bir dizi estetik ameliyatla vücudunu ve yüzünü yeniden biçimlendirdiği sanatsal performansları, Oleg Kulig’in "Pavlov'un Köpeği" adlı performansı, Santiago Sierra'nın toplumsal-eylemsel içerikli performansları akla gelenlerden...
Günümüzde ise 1960 ve 70'lerin önemli performans sanatı uygulamaları tekrar ediliyor. YouTube’da Bruce Nauman’ın performans videolarının imitasyonlarını görüyoruz. 2005 yılında Marina Abramovic, Vito Acconci, Joseph Beuys, Valie Export’un performanslarını "Yedi Basit Yapıt" adı altından yeniden oluşturdu. Yine Chris Burden’in 1971'de (Vietnam Savaşı’nın sürdüğü sıralarda) gerçekleştirdiği “Shoot” isimli performansı net ortamında çizgi film karekterleri ve de yeniden canlandırılmış haliyle görülüyor. Bu performansta Burden, bir asistanına beş metre kadar uzaklıktan tüfekle nişan alarak koluna sıyrık açması için talimat veriyor; ancak kurşun biraz daha içerden geçiyordu.
Geldiğimiz noktada medya oldukça güçlü ve gerçek olan gücünü yitiriyor. Gerçekleştirilen performanslar etkileyiciliğini, şok edici özelliğini yitiriyor. Performanslar üzerinde yaratılan her türlü etkileşim eylemin içinin boşaltılmasına, yapaylaşmasına neden oluyor.


Seni bu performansı yapmaya iten ana sebep ne idi?

2003 yılında New York Şehri'nde 1 aylık bir süre zarfında bulundum. Genel izlenimim NewYork halkının olması gereken bir kollektif yaşama bilincine sahip olmayışıydı. Hayat, fazlasıyla bireyseldi. Sokaklar çok pisti. Evlerin önünde mekan düzenleme olgusu zayıftı. Ve yerlerde binlerce sakız lekesi görmem bende şaşkınlık, ardından da tepki vermemi dolayısıyla da bu performansın yapılmasını sağladı.


Performansındaki çevresel faktörün varlığı neye işaret ediyor?

Bu video New York’ta yaşayan insanların çevre bilincini, bir anlamda da modernizmin eleştirisini içeriyor.


“New York ve Sakız” isimli hazıladığın kitap hakkında bilgi alabilir miyiz?

“New York ve Sakız” Kitabı Mart ayında Artes yayınlarından çıktı.
Yayın, New York Şehri Brooklyn Metrosu'nda 24 temmuz 2003’de gerçekleştirdiğim performansın videosu üzerine Türk ve yabancı küratör, eleştirmen, yazar ve sanatçıların yazılarından oluşuyor. Bu yazarlardan bazıları “Beral Madra”, “Necmi Sönmez”, “Hakan Akçura”, “Raul Moarquech Ferrera”, “Sztuka Fabryka”...
Kitap bir sanat yapıtının derinliğine irdelenmesi açısından Türkiye’de çıkan ilk yayın niteliğini taşıyor.
“New York ve Sakız” isimli video dünyanın bir çok ülkesinde festival, bienal ve sergilerde gösterime girdi. Ve ardından Performans video’ya, video da kitaba dönüştü. Bu yayın ile performans çalışması tekrar dolaşıma giriyor ve sanat yapıtının ivediliği ve bireyler üzerindeki etkisi sağlanmış oluyor.

Not: Bu yazı Broadcasterinfo Dergisinin 51.sayısında yayınlanmıştır.

Türkiye’de Video Sanatı

Şinasi Güneş










Ömer Ali Kazma_Rhythm a la turka









Kutluğ-Ataman_semiha-berksoy





Kutluğ Ataman_Peruk takan kadınlar




Kutlug Ataman_Uyuyan Matze




Haluk Akakçe_still_life_bg




Haluk Akakçe









Genco Gülan_Tele-rugby







Elif Çelebi_Arzu


Batı’da 1960’larda doğan video sanatı, bir sanat formu olarak 70’lerde yaygınlaşmıştı.
Türkiye’de ise 1995’ten sonra yaygın kullanılan bir sanat disiplini haline gelmiştir. Güzel sanatlar eğitimi veren okullarda video sanatına yönelik bir eğitim anlayışının olmaması, Türk sanatçılarının teknoloji ile olan bağlarının zayıflığı, video ve video montaj teknolojisinin çok
pahalı olması da buna etken olmuş sayılabilir. Bugün halen video sanatı kültürü üzerine çıkarılan yayınlar ve video sanatı etkinlikleri neredeyse yok denecek kadar azdır. Bu bağlamda video sanatı kültürünü geliştirmeye yönelik atılımlar son derece önemlidir. Türkiye’de bugün video sanatını yönlendirecek kurumlar bulunmadığı için sanatçılar üzerinden gitmek daha doğru olacaktır. Bu nedenle tek tek sanatçılarımızın çalışmaları üzerinden video sanatımızı okumak gerekiyor.

İlk video sanatı üreticilerimizden, feminist bir bakış açısına sahip olan Nil Yalter, 1973 yılından bu yana kadının kimliği, beden, cinsellik, yalnızlık üzerine yeni teknolojilerden istifade ederek videolar üretiyor. “Rahime” başlıklı videosunda güneydoğulu bir Kürt kadınının dramasını yansıtır.(Video Sanatı, 156)
Sanat Tanımı Topluluğu (STT) 1994'de F. Ilgaz Merkezi'nde ses, imge ve nesne düzenlemesi olan "Çalışma" başlıklı bir sergi düzenlemişti. Yerleştirme, dört beyaz kaide üstüne konulan dört video ekranından oluşmaktaydı ve ekranlarda sürekli olarak, STT üyelerinin hazırladıkları metinleri okudukları video bantları gösteriliyordu. Topluluk için görselleştirme (görüntü) sadece araç, kavram ise önemliydi. (Arayışlar - Resim'e ve Heykel'e Alternatifler, 120 )
Kutluğ Ataman’ın oyuncak bir yatak üzerine yansıttığı bir adam figüründen oluşan videosu, “Uyuyan Matze” (2000) enstalasyon videosuna iyi bir örnek teşkil ediyor. Yalın sadeliği ve boyutunun küçüklüğü ile etkili bir video. Ataman’ın Peruk takan kadınlar videosu ise farklı dünyalara sahip dört Türk kadınının peruk ile ilişkisini, ilişki boyutunu sorguluyor.
“Semiha B.Unplugged” ve “Ruhuma Asla” diğer önemli videolarından.

Elif Çelebi'nin videolarında obje hayvanlardır. Hayvanlara insansallaştırır. “Arzu”isimli çalışmasında bir pet şişe içerisindeki ballı suya yapışıp boğulan arıların yaşam mücadelesi yansıtılıyor. Burada kurguyu hazırlayan sanatçı aynı zamanda gözetleyen konumunda. İzleyicide bu ölüm kalım savaşını gözetliyor. Sanatçı video montaj tekniklerinin getirdiği olanaklardan iyi istifade ediyor. Çelebi’nin videoları pratik bir zekanın ürünleridir.

Ergin Çavuşoğlu'nun videolarında dikkati çeken en önemli unsur psikolojik boyutun ön plana çıkmasıdır. Nesne kullanımlarında ayrıntıya yer vermesi ile psikolojik ve felsefik derinliği yakalamıştır. “Sisyphos” isimli videosu Çavuşoğlu’nun psikolojik açılımını yansıtan en iyi örnektir. Adeta korku filmlerini andıran bir kurgusu vardır. Merdivenlerden yukarıya top çıkartılır ve her defasında top başladığı noktaya döner. Video’nun tuhaf bir atmosferi vardır.
Mitolojideki Sisyphos söylencesi baz alınarak yapılmış bir videodur. Efsaneye göre Tanrı Zeus tarafından cezalandırılan Sisyphos sırtında kocaman bir kayayı dağın zirvesine taşımakta ve kaya tekrar aşağıya yuvarlanmaktadır. Bu iş sonsuza kadar sürecektir. Ergin Çavuşoğlu’nun videoları iç dünyamızın sağaltımıdır adeta.

Ömer Ali Kazma’nın videolarında postmodern bir ironi anlayışı hakimdir. Bu işin mutfağı dediğimiz video montaj teknolojisinden istifade ederek oluşturduğu görüntüleri yapı bozumuna uğratır. Mizahi boyutu ile desteklenen bu videolar kendiliğindenliği ile dijital dilin olanaklarının faydalanıldığı birer teknolojik gösteridirler. Montaj esnasında kendiliğinden olağan şekilde çıkan seslerde görüntüler ile birlikte kullanılır. Ömer Ali’nin işlerinde görsellik ön plandadır. Düşünsel çekiciliği yoktur videoların. Görsel estetik yanı ile çarpıcı, güçlü bir etkiye sahiptirler. Bu çarpıcılığın nedeni videoların teknik anlamda iyi kotarılmış steril görüntülerden oluşmasıdır. Günlük hayattaki sıradan genel geçer görüntülerin biçimini değiştirerek çarpıcı hale getirir. “Supersonic Aile”, “Rhythm a la turka” “Amsterdam” ilgi çekici videolarından sayılabilir.

Haluk Akakçe’nin “Herşeyin Ölçüsü” başlıklı dijital videosunda DNA zincirleri, siberuzay görünümleri söz konusu.(2000) Mimari izler taşıyan çalışmalarından “Kör Tarih”, resmin videoya , videonun resme dönüşümünü yansıtır.(2004) Haluk Akakçe’nin videoları bir nevi nesnel dünyanın soyutlamasıdır. Videolarını doğal olan ile yapay olanı harmanlayarak oluşturur. Bu videolar, soğuk ve steril yanı ile geleceğe dair ütopik tasarımlardır.

Ali Mahmut Demirel 1993 yılında bu yana video alanında üretimlerde bulunuyor.
“Yüz Dolar”, üzerinde oynamaların olduğun animasyon ağırlıklı bir videodur.
Demirel, bu video ile yeni dünya düzeninin kritiğini yapar.

Roxy Hareket Atölyesi / Beden Hafızası Üzerine Denemeler adlı grup, Zeynep Günsur’un yönetiminde 1999 yılından itibaren performans ve performans filmleri gerçekleştirmektedir.
Grup performanslarının çıkış noktası merkezinde beden ve hareket olan, mekan mimari-ses / müzik-hareket / dans-metin / edebiyat-film / medya alanlarına kadar interdisipliner ortam yaratmak olarak düşünülebilir. Videoları arasında; Kesişmeler 3 (2004), Ülke - performans (2003) sayılabilir. Ülke; Eski bir Rum evinde çekilmiş 20 dakikalık bir performans filmidir. Kişilerin kendi “iç ülke”lerinin ve yaşadığımız ortak coğrafyadaki “ülke” yaşantısının bir “ev” sınırı içinde hareket/ses/metin olarak araştırılmasından ortaya çıkmış ortak bir çalışmadır. Ülke, aynı zamanda Roxy Hareket Atölyesi’nin video haline getirilmiş ilk çalışmasıdır.

“Tele-rugby” Genco Gülan’ın 2003 yılında gerçekleştirdiği video film ve performansıdır. Su altında Grundig marka bir televizyon ile oynayan sporcuların performansıdır. Yine aynı yıl gerçekleştirdiği, sanatçı patolojisinin yansıtıldığı “Kulağı kesik” isimli çalışmasında Van Gogh’un kulağını kesme eylemine gönderme yapar. Gülan burada kendi kulağını bir ustura ile keserken görülür. İzleyici şiddet ile irkilir. Kulak kesildikten sonra kahkahalar atan Gülan’ın deliliği ile final oluşturulur. Gülan’ın 2005 yılında gerçekleştirdiği etkileşimli videosu “Çığlık”, farklı ülke insanlarının çığlıklarını attıkları enstantanelerden oluşur. Burada Gülan, yine geçmişteki bir sanatçıya Edvard Munch’a göndermede bulunarak çığlık ögesini yeniden önümüze sunar.

Şinasi Güneş’in 2002 yılında oluşturduğu videosu “Klaksonlu kurbağa”, 70’ li yıllara ait 8 mmlik ailelerin çektikleri amatör filmler ile çizgi filmlerin kesitlerinden oluşan kolajlardan kuruludur. Sanatçı, amatör çekim ve çizgi filmler gibi genel geçer algılanan görüntülerden sosyolojik ve siyasal örgülü ironik mizahsenleri, görünmeyen görünenleri açığa çıkartıyor. 2004 ‘te “New york ve sakız”ı çekiyor. New York Brooklyn metrosundaki bir performansın video görüntülerinden oluşan bir çalışmadır. Bu video New York’da yaşayan insanların çevre bilincini kritize ediyor.

2005 tarihli “Köprünün Ortası” videosu ise, Avrupa yakası ile Anadolu yakasını birleştiren Boğaziçi köprüsünün ortasından atlayan bir figürü içeriyor. Köprünün ortası birçok kez insanların intihar eylemini gerçekleştirdikleri veyahut gösteri amaçlı kullandıkları zaman zaman da ideolojik eylemlerini oluşturdukları etkili bir noktadır. Görsel ve düşünsel açıdan konumu itibariyle mekansal kapsamı ile oldukça vurucudur.
Avrupa yakası hareketliliği, eğlence ve kültür hayatını betimlerken, Anadolu yakası ise daha durağan, güvenli, yalın bir hayatı sembolize ediyor. Boğaziçi köprüsü iki farklı kültürün, doğu ile batının birleştiren bir ara bağlaçtır. Çalışmada sol üst köşede mizahi yönü ile intihar provası yapan bir birey görüntüleniyor vede köprünün ortasında intihar eylemini gerçekleştiren bir birey. Burada trajik olanla gülünç olan bir arada kullanılıyor. Bu ironik kullanım gerçek ile gerçek dışılık arasında yolculuk yapmamıza neden oluyor.

Güneş’in 2006 “Anadolu” isimli videosu, Anadolu'da yaşayan farklı kültürlere sahip kadınların imajlarını içermektedir ve kadın ile örtünme arasındaki ilişkiyi irdelemektedir. Ardından aynı yıl içerisinde gerçekleştirdiği “Gıcır”isimli videosunda, sanatçı gitarın temizlenmesi esnasındaki sıradan bir eylemi, işitsel bir performansa dönüştürüyor.

Ethem Özgüven’in videoları toplumcu gerçekçi bir yapıya sahiptir. Belgesel yanı ağır basan dökümanlardan faydalanır. Özgüven’in videoları “Toplumcu Reklam”olarak da nitelendirilebilir.

Barış Doğrusöz’ün 2001 yılında gerçekleştirdiği “Oda” isimli çalışması mekanın öne çıktığı bir video enstalasyondur. ( Video Sanatı, 111) Doğrusöz’ün “Mousetrap 1” başlıklı videosu batı-doğu, kimlik-kültür ilişkisi üzerinedir.(Video Sanatı, 163)
Vahit Tuna "Avrupa Avrupa Duy Sesimizi..." diye gittikçe sertleşen bir üslupla futbol marşı söyleyen yüzü eşarpla örtülmüş bir futbol fanatiğini boş bir futbol sahasında görüntüler. Bu video enstalasyonu, batının bizde oluşturduğu aşağılık kompleksinin, aşırı milliyetçiliğin ve de daha açık ucuyla Türk kimliğinin sorgulandığı bir video çalışmasıdır.
Nassan Tur’un 2001 yılında Hamburg Bahnhof’ta gerçekleştirdiği “Gölet ve Mavi Gökyüzü“ performansının videosu ilgi çekicidir. Bu videoda, bir yol üzerinde yağmur sularının oluşturduğu suyun birikmesiyle oluşan bir küçük su birikintisi üzerinde yüzmeye çalışan bir figür görülmektedir. Tur, mizahi boyutu ile birlikte algılarımızı tersine çevirir.

Nezahat Ekici, performans videoları ile dikkati çekmektedir. Genellikle kendi vücudunu kullandığı cesaretli, zaman zaman kışkırtıcı felsefik yanı baskın olan performans videoları oluşturmaktadır.

Can Altay, 2001-2003 yılları arasında gerçekleştirdiği“Mini Bar”isimli videosu ile, Ankara'da iş muhitleri ile oturmaya ayrılmış bölgeler arasında oluşan mini-kültürü irdelemektedir.

Serhat Köksal eski Türk filmlerinden alınan ses ve müzikler ile "No Etnik Market, No Egzotik" başlığı altında videolarını oluşturmuştur.

Esra Ersen ağırlıklı olarak kültürel farklılıklar, göç ve entegrasyon gibi sosyal konularda videolar üretiyor. Bu sosyal konuları içeren videolarından bir tanesi İsveç'teki göçmenler bir diğeri ise İstanbul'daki sokak çocuklarından oluşuyor.

2002 yılında gerçekleştirdiği videosu “İsveççe konuşabilseydin” farklı ülkelerden gelip İsveç’e iltica eden insanların dil kursundaki konuşmalarından kurulu. Kursiyerler, “İsveççe konuşabilseydin eğer, İsveçli insanlara ne söylemek isterdin?” sorusuna kendi dillerinde yanıt veriyorlar. Daha sonra bu metinler İsveççe’ye çevriliyor.( Kentin Kapıları Boyunca, 52)

Ferhat Özgür’ün “10.Yıl Marşı” isimli videosu, ağır çekim halinde yürüyen ayak görüntülerinden oluşmaktadır.

Bunun yanısıra;
Yer yer videolarını uluslararası ortamda gördüğümüz;
Nancy Atakan, Fikret Atay, Bülent Baş, Sermin Sherif, Tolga Yüceil, Neriman Polat, Şeyda Cesur, Gülsen Bal, Şener Özmen, Gülsün Karamustafa, Osman Bozkurt, Canan Şenol, Ergun Köken, Hatice Güleryüz, Sefer Memişoğlu, Nevin Aladağ, zaman zaman varlıklarını hissettirmektedirler.

Bütün bu gelişmelere rağmen video sanatı ile sistematik bir şekilde süreklilik arz edecek kadar uğraşan sanatçılarımızın sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bir video sanatı kültürünün oluşturulması şart. Video teknolojisinin kullanımı geliştikçe video sanatı alanında üretilenlerde haliyle artacaktır. Video sanatının önü gelecekte çok açık görünüyor.


Şubat 2007


Kaynakça:
Muammer Bozkurt, „Video Sanatı“, Bileşim Yayınları, 2005
Erden Kosova, „Kentin kapıları Boyunca“, art-ist yayınları, 2004
Nancy Atakan, „Arayışlar“, Yapı Kredi Kültür Sanat yayınları, 1998

2010 ‘a Doğru İstanbul’da Sanat ve Siyaset


Şinasi Güneş


13 kasım 2006 günü AB kültür bakanlarının Brüksel’de aldığı bir karar ile 2010 yılında İstanbul Avrupa’nın kültür başkenti ilan edildi. Bununla ilintili olarak mevcut iktidarın Türkiye’deki sanat hayatı ile ilgili geliştirdiği politikalar gündeme gelmeye başladı.

Son zamanlarda İstanbul'daki kültür ve sanat projeleri hızla artmakta. Sirkeci garında şehir müzesi, Aya İrini kilisesindeki atrium bölümünde kutsal ikonalar ve emanetler müzesi kurulması düşünülüyor. Cumhuriyet müzesi de planlar arasında. Silahtarağa projesi sürüyor. Haliç kıyısındaki tersanelerin değerlendirilmesi için Deniz Kuvvetleri'yle görüşülüyor.(Deniz Müzesi kurulması için) "Animas Zindanları, Tekfur Sarayı, Zeyrek Süleymaniye projeleri devam edenler arasında. Buna bağlı olarak inşaat sektöründe hareketlilik başladı. Daha çok mimari anlayıştan ve kendi özgün içrek yapısından kopuk kültür kompleksleri yapılıyor. Bunun önüne geçilmesi lazım ya da elimizdeki mekanların elden geçirilerek kültür komplekslerine dönüştürülmesi gerekiyor.

Bu ilerleyen süreçte kültürler arası iletişim için sanat projelerine ağırlıklı olarak ihtiyaç var. Sanat projelerini yürütecek kişilerin belirli bir yetkinlikte uluslararası ortamda kendilerini kanıtlamış olmaları gerekiyor ki amaca ulaşılabilsin. Bu süreç içinde sanatçılar, uluslararası ortamda dolaşıma girmeleri için desteklenmelidir.

AB’ye bağlı olarak çalışan vakıfların verdikleri fonlar, AB’nin küreselleşmeci kültür politikalarını yansıtıyor. Ekseriyetle kendi emperyalist amaçlarına uygun olan kişi ve kurumları öne çıkarıyorlar. “Yeryüzü Büyücüleri” sergisinde gördüğümüz üzere batı alternatif bir kültürü, batı konteksli olarak bir yere oturtarak yansıtıyor. Batı ötekini her zaman kendi görmek istediği gibi anlamlandırıyor. Batı’nın kültür emperyalizmi önceleri Afrika’da, ardından Balkanlar'da, Orta doğu ve Kafkasya’da kendini gösterdi ve bu ülkelerden aldığı taze kan ile kendi kanını yenilemeye devam etmektedir. Aynı zaman da bu ülkeler yeni ticari kültürel pazarlardır.

2010 yılında Avrupa’nın kültür başkenti ilan edilen İstanbul, şimdiden ciddi bir kültürel pazardır. Nitekim AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, 2007 AB bütçesinden Kültür Başkenti İstanbul için 2007'de 1.5 milyon Euro destek vereceklerini açıkladı. Bu olay bu pazarın gelişimine de katkıda bulunacaktır.

Bugün dünya sanat pazarını yönlendirenlerin, ticari zihniyeti ön planda tutmaları, sanatın gelişiminde ciddi bir engel. Banka galerileri ve müzeler Türkiye’de sanatın dolaşımını belirliyor. Bu kurumlar ile ilişki kuramayanlar kendilerini var edemiyor veya alternatif bir takım oluşumlar ile kendilerini dolaşıma sokmak zorunda kalıyorlar.

Kültür Bakanlığı’nın AKP hükümeti tarafından Turizm Bakanlığı ile birleştirilmesinden sonra eski kültür bakanlarının çoğu, bu birleşmenin çok yanlış olduğunu ve de kültür ve sanatı daha da zayıflatacağını ileri sürmüşlerdi. Nitekim Kültür ve Turizm Bakanı’nın Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin’i görevden alması sanat dünyasında ve sanata, sanatçıya destek veren kesimlerde büyük endişe yaratmış idi. Bunun yanı sıra, sinemacılar, yaratıcı sinematografik ve görsel işitsel eserlerin ortak yapımı ve dağıtımı için Avrupa Destek Fonu’nda (Eurimages) Türkiye’yi 15 yıldır başarıyla temsil eden ve 56 filmden, 50’sine destek sağlayan Faruk Günaltay’ın da görevden alınmasına tepkilerini gösterdiler. Özetle, özerk bir yapıda olması gereken kültür sanat alanının siyaset eli ile yönlendirilmesi olumlu bir gelişimin altını tıkamaktadır.

Siyasetin sanata ilişkin yansımasını bugün belediyeye bağlı kültür komplekslerinde de net olarak görüyoruz. Ak parti iktidarından önce işlek olan ve güncel sanat örneklerine sıklıkla rastladığımız belediyeye bağlı olarak çalışan galeriler şu an çok atıl durumdalar. Önceleri gündemi belirleyen galerilerin başında gelen Atatürk Kültür Merkezi uzun süredir suskun. Yeni yeni sergiler yapılmaya başlandı. Bu süregelen sergilerde gündeme damgasını vuracak türden değiller. Bununla birlikte Taksim Sanat Galerisi mevcut AKP Belediyesi’nden önce güncel sanat sergilerinin izlendiği bir yerdi. Şimdi ise durumu içler acısı. ve de Atatürk Kitaplığı sanat galerisi enstalasyon disiplinli sergilerin yapıldığı bir yerdi ki şu an sessizlikten payına düşeni almış durumda. Beşiktaş’taki Dolmabahçe Kültür Merkezinin durumunu hepimiz biliyoruz. Kapılarının kapatılması, içeriksiz bir hale getirilmesi bugün ciddi bir kayıptır. Plastik sanatların bugünkü gelişimi düşünüldüğünde belediyeler ciddi anlamda çağın çok gerisinde kalmışlardır. Buradaki en büyük sıkıntı, dinin siyasete karıştırılmasıdır. Belediyelerin güdümündeki din ile ilişkilendirilmiş kültür politikaları güncel sanatı kendi varlıklarının dışında bırakmıştır.

Yaşadığımız bu dönemde sanatın gelişimi insanı anlamaktan geçiyor. Kapitalizmin baskısı üzerimizde o kadar yoğun ki bu dayatmalara sanat ile bir karşı duruş geliştirilebilir. Sanatçıların kendi aralarında örgütlenmeleri ve toplum ile sanatı ilişkilendirmeleri gerekiyor. Sanat hala çoğumuz için bir umut olma özelliğini beraberinde taşıyor. Çağımız için sanat anahtardır.
Bunu iyi görmek lazım.

Bir Varlık Sancısı Olarak Sanat


Şinasi Güneş

İlkel insan araçlar yaparken çevresini dönüştürürken sanattan faydalanmıştır. Sanat dolayısıyla insanla birlikte var ola gelmiştir. Hayattan önce sanat yoktu.
Sanat kavramını nitelendiren ona değer yükleyen insandır. Bu nedenle sanat insan ile var olan insanın yok olması ilede yok olacak bir şeydir. Hayat kavramını insanla özdeşleştirdiğimiz için insanla birlikte hayatın tekabüliyeti bir yerde noktalanacağından ötürü, bizim sanatın ölümüne yönelik düşünce biçimimiz değişmeyecektir.
Sanat insanı hayata bağlar. Maddesel bir dünyanın ötesine taşır. İnsan varolmanın hafifliğini sanatla yaşar. Sanat ile varlık sancısını hisseder. Yaşadıkça varolmanın bilincine varır.
Bugün sanatın imajı gerçek sanatın kendisinin önüne geçmiştir. Bu durumu Guy Debord "Gösteri Toplumu" isimli kitabında çok önceden öngörmüş idi. Bugün küresel kapitalizmin dayattığı sanat, tekrara dayalı aynılığı yansıtmaktadır. Bu durum, ancak ve ancak yeniyi yaratmakla, tersine bir dünya tasarımı ile kırılabilir. Bunun için toplumun örgütlü bir yapısının olması gerekiyor. Nitekim toplumsal hayatın refahı, toplumun belirli bir sanatsal kültüre sahip olması ile gerçekleşecektir. Bu nedenle yeni algılama düzenekleri oluşturmak esas alınmalıdır.

Şubat, 2007

Sokak Sanatı













Monkey_Osman


Şinasi Güneş

Önceleri Sirkeci, Halkalı, Haydarpaşa garı’nda sunumlarını görmeye alıştığımız yazıcılar şimdilerde Beyoğlu sokaklarını dönüşüme uğratmaktalar.Yaşadığımız bugünlerde İstiklal caddesi’nin arka sokaklarında, Tünel’de, Cihangir’de stensil ve grafiti örneklerinin yaygınlaştığını görmekteyiz.

Tenha sokakların, eski kirli apartmanların, trafoların tercih edildiği örnekleri gördüğümüzde Paris’in banliyöleri, New york metrosu’nun duvarları akla geliyor.Mega kenti kritize eden vede tamamlayıcısı olan yeni bir sanat filizleniyor.”Sokak sanatı”.
Beyoğlu’nda önceleri cılız stensil ve grafiti örnekleri vardı.Şimdiyse her sokakta bir sürpriz bizi bekliyor.

İllegal olarak yapılan stensil ve grafitilerin çok hızlı yapılması gerekiyor.Aksi halde yazıcının yakalanma tehlikesi mevcut.Tehlikeli yerlere boyama yapılması eylemin değerini arttırıyor.Eylemi yapan yazıcının bilinmemesi gizemli hale getiriyor yazıcısını.Yazıcılar seçtikleri isim ve motiflerle kendilerini ifade ediyorlar.
İnternet kanalıyla iletişimde bulunuyorlar.Bunun yanısıra fanzinleri iletişim için araç olarak kullanıyorlar.

Sokak Sanatı muhalif kaynaklı (örneğin hükümete veya toplum sanat insiyatiflerine karşı olan) sanata atıfta bulunmasına rağmen, kamu alanında-yani sokaklarda- uygulanan her türlü “sanatı” içermektedir.

Geleneksel duvar yazısı sanatçıları çalışmalarında serbest elle püskürtme boyaları kullanırken, “sokak sanatçıları” buğday macunlaması, etiketler, stensil (şablon) grafiti ve mozaik çini gibi farklı araç ve teknikleri uygulamaktadır.

Stensil: Kesilerek oluşturulmuş (kağıt, karton, metal veya diğer meteryallerden kesilmiş olabilir) karikatür, rakam, harf, resim, baskı veya diğer şekil ve görüntülerdir
Bu sebeplerden dolayı sokak sanatı zaman zaman “post-graffiti” olarak da nitelendirilmektedir. Terim gerilla sanatını ifade etmek içinde sıklıkla kullanılmaktadır. Sokak sanatı dünya çapında gözlenmekte ve sokak sanatçıları kendilerine yabancı olan diğer ülkelere seyehat ederek yaymaya çalışmaktadırlar
Stensiller ile yoğun dizgilerin mümkün olması özellikle politik sanatçılar tarafından çekici bulundu. İngiliz sokak sanatçısı Banksy ve Fransız Blok le Rat'ın stensil kullanımıda oldukça yaygın biçimde bilinmektedir.
Birçok insan grafitiyi hip-hop kültürünün parçası olarak görmekte, fakat çok azı aynı zamanda matematiğinde bir parçası olduğunu farkedebilmektedir. Grafiti sanatçıları çalışmalarını oluştururken sıklıkla geometrik konseptleride kullanırlar.
Grafiti, mc cilik(rapçılık), Dj lik ve b-boyculık( break dansçılık) gibi hiphop’un dört elementinden biri olarak görülmektedir. ( kimileri mc cilik ve Djliği beraber kabul ederler). Grafiti, mc cilik, Djlik ve b-boyculuk gibi bir sanat türü ve kültürel ifade şeklidir. Hip hopun diğer türleri gibi direnmeyi ifade etmektedir. Örneğin, grafiti sanat olarak, kamu alanı olarak kabul edilen temel kavramlara meydan okur, tıpkı mc cilik ve Djliğin müziğe bboyculuğun dansa meydan okuduğu gibi.
Sanat dünyasında ki sadece bir kesimin grafitiyi kabul etmiş olması, halkın çoğunluğunun graffitinin ne demek olduğunu anladığı ve saygı gösterdiği anlamına gelmemektedir.
Ancak birçok insanın gördüğü ve bildiği ve sprey boyaların kullanıldığı şehir grafitisi 1960'ların sonunda New York şehrinden gelmiş ve metro trenlerinde doğmuştur. Washington Heights'da 183. caddede yaşamış olan Taki 183 tüm şehri gezen bir haberci olarak çalşmıştır. Bunu yaparken gittiği her yerde metro istasyonlarına ve metro araçlarının iç ve dışlarına keçeli kalem kullanarak ismini yazmıştır. Sonunda, tüm şehirde esrarengiz kişilik olarak tanınmıştır.
Kendini ifade etmenin fazlasıyla düzenlenmeye başlandığı kültürümüzde, graffiti kısıtlanmamış kişilik ve direnmeyi küstahça sembolize etmede önemli bir rol oynamaktadır.
Bugünlerde sanatçılar sadece kendi şehirlerinde değil ülke çapında “kalkıyorlar” ve her tarafta farklı grafiti türlerinin karışımını ve geçişini ilerletiyorlar. Grafiti ayrıca para kazanma yolu halinede geldi. Grafiti sanatı ayrıcalıklı galerilerde gösterilmiş ve etkisini dünya grafik tasarımında göstermiştir.
En yakın tarihli olarak İstanbul’da sokak sanatı uygulayıcısı olup çalışmaları ayrıcalıklı galerilerde gösterilmiş olanlar şunlardır:
Grafiti sanatçıları, Tunç “Turbo” Dindaş - “S2K”, WYNE - “S2K”, Ari Alpert; Flypropaganda’nın ortak çalışması ile 9. Uluslararası İstanbul Bienali’nde Sanatçı Luca Frei’nin enstalasyonu oluşturulmuştur. (16 Eylül - 30 Ekim 2005)
Bora Akıncıtürk; “Bedenim Benim Kalemimdir”sergisi, Siemens sanat galerisi’nde (31 0cak - 12 Mart 2006)
Nalan Yırtmaç; “Motif” Sergisi, Borusan Sanat Galerisi (28 Ocak - 25 Mart 2006)
Günümüzde grafiti şekilli veya ilhamlı t-shirt, poster veya CD kapağı görmek beklenmedik bir olay olmaktan çıkmıştır.
Metro trenleri yeraltına geçtiğinde eğer istasyonlar arasında pencereden dışarıya bakarsanız, bir kısmı eski ve yeni olan birçok grafitiyi yine de görebilirsiniz.
Bunlar Bronx, New Yorktan gelen ve dünyaya yayılan yaratıcı ifadenin dört temel şekliydi. Grafiti görselliği temsil etti, Mccilil ve Dj müziği ve bboyculuk da dansı temsil ediyordu. Hiphopun ortaya çıktığı günlerde, bu elementlerin tümü önemli ölçüde iç içe girmişlerdi.

2003 yılında hip hop çoğunlukla mc nin (veya rapçinin ) etrafında toplanmıştır, çünkü müzik sektörünün satabileceği ürünleri (CD şeklinde) satan mc dir. Graf yazarları, B-boylar ve Djler bir şekilde arka plana kaymış olmalarına rağmen gerçekte tempoyu yaratanlar onlar olduklarından dolayı, kliplerde daha fazla dansçı, graf yazarı ve Dj leri üzerine dikkat çekilerek tekrar geri getirmeye çalışma hareketleri görülmektedir
Hip Hop değişime uğrayarak Bronx'un dışına kadar ilerledi fakat hip hopu bulan kişilerin büyük kısmı, hip hopu saran tüm ticarileşmeye ve pazarlamaya rağmen önemli bir çok-kültürlü kuvvet olarak kalacağını ummaktadırlar.
Bugün, İstanbul Şehrinin kalbi olan Beyoğlu’nda sokak sanatı önemli ölçüde varlığını hissettirmektedir.Bununla birlikte grafitiye nazaran stensil uygulamalarının arttığını görmekteyiz.Beyoğlu yeni çehresi ile bize göz kırpmaktadır.
Önemli Stensil ve Grafiti siteleri;
www.stencilrevolution.com
www.banksy.co.uk
http://www.cooper.edu/art/lubalin/stencil.html
http://www.graffiti.org/
http://www.graphotism.com/commissions.asp
http://www.flickr.com/photos/casoulbyrd/sets/92077/?page=2



Kaynakça
“9.İstanbul Bienali Kataloğu”, Deniz Ünsal, Eylül 2005, (Sayfa 163 – 166)
“En renkli Komandolar”, Timur Soykan, Radikal Gazetesi (06/03/2006)
http://en.wikipedia.org/wiki/Stencil
http://www.encyclopedia.com/html/s/stencil.asp
http://www.ccd.rpi.edu/Eglash/csdt/subcult/grafitti/index.htm

Fotoğraflar: Şinasi Güneş

Uluslararası Posta Sanatı sergisi: "Gözetleme"


Bruno_Chiarlone











Silvio_de_Gracia










Giorgio




Şinasi Güneş

Türkiye'de posta sanatı ile ilgili düzenlenen ilk sergi niteliğindeki "Gözetleme" projesi, 33 ülkeden 119 katılımcının eserleri ile internet ortamında yayına girdi. www.simulasyon.net/watch adresinde sergilenen "Gözetleme" projesi, gözetleyen, gözetlenen, gözetleyeni gözetleyen arasındaki ilişkilerin sorgulandığı kavramsal açılımlı bir sergidir. Türkiye'den çalışmaları ile projeye katılan sanatçılar; Ferruh Alışır, Fatih Balcı, Şinasi Güneş, Cüneyt Kurt, Coşkun Sami, Güvenç Uğuz oldu.

Türkiye'de sanatın dolaşımı ve buna paralel olarak sanatçılar arasındaki iletişimin kopukluğu büyük ölçekte posta sanatı tarafından giderilebilir.Yurt dışında bienalleri, kongreleri, sergileri ile tüketimi oldukça yoğun olan posta sanatının ülkemizde çok az kişi tarafından bilinmesi ve bu alanda yok denecek kadar az üretimin olması şaşırtıcıdır. "Gözetleme" projesinin amaçlarından birisi de bu boşluğun doldurulması oldu.

Posta Sanatı Nedir?
Posta sanatı, her yaratıcı bireyin katılabileceği açık bir ağ, sanatı tüketim zihniyetinden ve galeri monopolünden arındırmayı hedefleyen bir sanat hareketidir. Mektup ile yollanabilen herhangi bir sanat objesi ilgi alanına giriyor: el yapımı kartpostallar, fotokopiler, bilgisayar baskıları, kolajlar, resimler, çizimler, çeşitli nesneler, kısaca istediğiniz her şey. "İnternet öncesi" yıllarında, Fluxus ve New York Correspondence School gibi avant-garde gruplar sayesinde yaygınlaştı ve artık tüm dünyada 50'den fazla ülkede binlerce insan tarafından icra ediliyor. Ne de olsa (elektronik ortama çeşitli benzer hareketlerle çoktan sıçramış olsa da) özünde var olan paylaşımcı fikri sayesinde, son derece orijinal ve gerçek bir mini sanat koleksiyonuna sahip olmanız hiç de zor değil. "Bir şey" yapın, kesin, yapıştırın, bir zarfa koyup birine gönderin; işte artık siz de posta sanatçısı oldunuz bile!

Gözetleme online posta sanatı sergisi için; www.simulasyon.net/watch


Not: Bu yazı 2004 yılında Sanatsanat Dergisinin 5. sayısının 78 sayfasında yayınlanmıştır.

Ron Mueck

Şinasi Güneş

“Ara sıra yenilsem de etime insan olmak dokunuyor haysiyetime” Sabahattin Ali
2006 yılının Ağustos ayında İskoçya’nın Edinburg şehri Royal Scottish Academy Building’de Ron Mueck’un “Sensation” isimli etkileyici bir heykel sergisini gezme fırsatım olmuş idi. Ben ve sergiyi gezen insanların bu sergi karşısında elektriklenme nedenlerini üzerinde oldukça kafa yormuştum. Bu nedenlere geçmeden önce önce Ron Mueck ve yaptıkları hakkında bilgi vermek gerekiyor.
Ron Mueck 1958’de Avustralya’nın Melbourne şehrinde doğdu.Halen Londra’da yaşıyor. Ron Mueck hiperrealist bir heykeltraş olarak tanınıyor.
Ron Mueck çocukluğunda oyuncak ve kukla yapımcısı olan babasından oldukça etkilenmiştir. Sanat okuluna girmek için elemeleri kaybedince vitrin dekaratörü olarak çalışmıştır. 80’ li yılların ortalarında Londra’ya yerleşmeden evvel Amerika’da yaşarken, çocuk televizyon programlarında kuklalar yapmış ve Muppet Show’da hünerlerini sergilemiştir. Londra’ya yerleştikten sonra “Dream Child” (1985) ve “ Labrynth” (1986) filmlerinde realistik modeller oluşturmuş ve filmin özel efektlerini asiste etmiştir.Bu çalışmaları onun sanatsal yaşamını oldukça etkilemiştir.
1990 yılında ise kendi atölyesini kurarak çeşitli modeller yapmaya başlamıştır. Kendi kurduğu atölyede gerçekçi modeller yapmaya başladıktan sonra, sanat dünyasına 1996 da bir rastlantı ile girmiştir. İlk kez Portekiz-İngiliz asıllı ressam Paulo Rego’nun isteği üzerine ona bir Pinokyo figürü yapmış ve bu işi Londra’daki Hayward galerisinde “Spellbound” sergisinde Paulo Rego’nun resimleri ile birlikte sergilemiştir. Paulo Rego, Ron Mueck’i Charles Saatchi ile tanıştırmış ardından bu yapıt Charles Saatchi’nin ilgisini çekmiş ve o günden itibaren Mueck’un eserlerini toplamaya başlamıştır. Saatchi Mueck’i 1997 de Royal Akademideki “Sensation” sergisine davet etmiştir. Mueck bu sergide “Ölü Baba” adlı işini sergilemiştir “Ölü Baba” Mueck’in babasının 2/3 boyutunda bir heykeli idi. Mueck, bu heykel ile uluslararası ortamda tanınmaya başlamıştır. Aynı heykel daha sonra “Genç Britanyalı Sanatçılar” içeriğiyle Charles Saatchi koleksiyonuna eklenmiştir. Bu heykeli Mueck hafızasından yapmıştı, figür tamamı ile çıplaktı ve ayrıca bu iş için kendi saçlarını kullanmıştı. Bu sergi daha sonra Berlin ve Brooklyn’e gitmiştir.

1998’de yaptığı “Hayalet” heykeli 8 fit yüksekliğinde bir kız çocuğu idi ve onun genişletilmiş boyutu, üzgün hali ergenlik aksiyetesini yansıtmaktaydı. Ron Mueck 2,5 metre boyutundaki “Hamile Kadın” heykelini Londra’da National Galeri’ deki kalışlı programda yapmıştır. “Anne ve Çocuk” heykeli göbek kordonu ile annesine bağlı ve annesinin karnına tırmanmakta olan yeni doğmuş bir bebekten oluşmaktadır. Uyuyan kendi portresi de ilginç çalışmalarından birisidir. Onun daha önce Londra Milenyum Kubbe’de sergilenen 4,5 m’lik “Erkek Çocuk” heykeli, 2001 yılında Venedik Bienalinde de sergilenmiş ve New York Artforum dergisine kapak olmuştur. Berlin tıp tarihi müzesinde sergilenen ”Çarşaflı Adam”, adlı çalışmada heykelin yanındaki duvarda Nazi tıp deneyleri kurbanlarının isimleri yazıyordu. “Büyük adam” heykelinde ise köşede duran bir figür umutsuzluk halini yansıtıyordu. “Vahşi Adam 2005” heykeli de son dönmede üretilmiş ilgi çekici heykellerindendir.

Ron Mueck, çektiği foroğraflardan ve gördüğü imajlardan etkilenerek çalışmalarını oluşturuyordu.Mueck’ in heykelleri samimi bir şekilde vücut detaylarını sergilemekteydi. İlk çalışmalarında kendi bacağındaki kılları kullanmış ancak bir süre sonra benek benek göründüğünü fark ederek bu uygulamaya son vermiştir.

Mueck’ in insan simulasyonları kusursuz bir gerçekliğe sahiptir.Gerçeğe en yakın malzeme olarak fiberglas ve resin kullanmaktadır.Arkadaşlarını ve akrabalarını konu almaktadır, fakat konu olarak seçtiği bu insanlardan kalıp almamaktır. Mueck, kilden heykeli yapmadan önce küçük seri maketler ve büyük çizimler hazırlamakta ve sonuca fiberglas ve resin ile ulaşmaktadır. Mueck, heykellerinin boyutlarını bozup biçimsiz postürler oluşturarak konu ettiği kişilerin ruhsal auralarını yansıtmaktadır.

Ron Mueck’in heykellerinde maddenin yapısına bire bir uygunluktaki detaylar, gerçeklik duygusunu yansıtırken; ölçek değişiklikleri ise izleyicide yanılsama duygusunun oluşmasını sağlıyor. Birey her an aynı büyüklükte görmeye alıştığı bir varlığı yine aynı gerçeklik duygusu ile devasal bir şekilde gördüğünde dehşetengiz bir irkilme duygusu içinde kalıyor. Ayrıca heykellerin mekanla ilişkisi ile oluşan psikoloji, izleyicide ki içsel bir rahatsızlığı daha da arttırıyor.
Ron Mueck irritan bir şekilde yaşlılık, doğum, hamilelik ve ölüm gibi konulardan heykellerini oluşturuyor. Ron Mueck’un heykellerinde varlık sancısını sağaltmaya yönelik bir bakış açısı hakim. Beden ile var olan ve yok olan bir gerçeklik.Bu beden üzerine okumalar tutsaklığı açığa çıkarıyor.İzleyici üzerinde oluşan bu çöküntünün kaynağı, bu bedenlerin ölüm psikolojisini yansıttığıdır.İnsanın ölüm duygusu yüzünden şimdiki zamanı kabullenememesinin yarattığı etkilerdir bunlar.

Ron Mueck başlangıç ve sonu yansıtan heykelleri ile geleceğe dair ön görülerde bulunur.Ölüm, yaşama dair tüm anlamları götürür.Nitekim, insanın gerçeklik duygusunun sarsılmasına yol açar.Bu heykellere bakan izleyici heykellerin gerçek olmadığını fark edince şok yaşar.Heykellerdeki korku ve endişenin kaynağı gerçek ile gerçek olmayana yönelik olan yanılsamadır.İşte bu durum izleyiciyi etkilerken irkilten sıkıntının kaynağıdır.

Belki de Ron Mueck’in heykellerinde ölüm duygusunun bu derece yansıtılması, ölüm duygusunun sindirilebilmesi ve yaşamın pozitif olarak algılanmasının bir yoludur. İnsan ölüm duygusunun üzerine giderek üzerindeki yükü hafifletmekte, atmaktadır. Özgürlük ölümün ele geçirilmesinden geçmektedir.







Anne ve Çocuk_Ron Mueck_1




Anne ve Çocuk_Ron_Mueck_2

Büyük Adam_Ron Mueck





Hamile Kadın_Ron Mueck


hayalet_Ron Mueck









Kendi portresi_Ron Mueck


















Vahşi Adam 2005_Ron Mueck

Fanzinlerin Güncel Sanat İle İlişkisi

Zines and Contemporary Art in Turkey
Şinasi Güneş

Fanzinler:

A Bird’s Eye View of Zines
Zines are non-commercial, non-professional, messy, and generally printed in small runs. Sometimes made by hand, sometimes reproduced by photocopy and distributed, they are publications that possess an anarchist structure, produced in an unrestricted environment. Many zines include no identifying information. Finding these publications is not easy since they are distributed in very restricted numbers. Zines are produced by individuals or groups with very particular interests with the intent of forming physical links between these individuals and groups and generally are not published on a regular schedule. Zines can be found in alternative culture and art spaces, bookstores, small shops, and cafes. In general, they are published in the arts-dominated districts of a city. As a matter of fact, the principal reason that zines are not published as much as they should be is the poverty of the artistic and cultural scene in Anatolia—and parallel to this, the lack of support for art. The majority of art zines are made up of cartoons, mail art, street art, and video art, using techniques like collage, cut and paste, and drawing. Art zines put together by individuals who are not integrated into the system or who remain outside the system are objects of rebellion and alternatives to institutional relationships and to the popular culture supported by institutions.

The Brief Turkish Experience
In 2002, an exhibition by Altay Öktem with the title Genel Kültürden Kenar Kültüre: 101 Fanzin (From General Culture to Fringe Culture: 101 Zines) opened in the Kargart arts center in Kadıköy in Istanbul (http://www.kargart.org). Many unknown zines were exhibited. This project was later brought out in book form by İthaki Press under the same title. After that, a “zine workshop” was put together by Eren Barış and Selda Tuncer in issue 5 of Siyahi (Negro), with the participation of zines with varying concepts and from various provinces. In 2005, a zine market was put together in Ankara. A similar project was realized in Izmir. Art zines were also displayed in this zine show. From October 7 to 18, 2006, I. Düş Günleri (Dream Days 1) were held in Izmir by the Hayalbaz Art Association (http://www.hayalbaz.com). In addition to various exhibitions, performances, and workshops, there was a small zine show. Zines like Benzin (Gasoline), Düzensiz (Messy), Fetus, 99KÇ, Albemuth, Tesmeralsekdiz, Psişik Kedi (Psychic Cat), and Çamur (Mud) were included in the zine event put together by Rafet Arslan.

Here are a few of the better zines dealing with art:

Körotonomedya (Blindautonomedia):
Created in 1993 by a group of like-minded academics and artists in Ankara. Since 1994, has brought research and other work produced in and around the association to the public via a website created on a desktop computer at Middle East Technical University. Has produced quite a few works in fields of common interest, from the Zapatista uprising in Chiapas to experimental video theory. Has been engaged toward evaluating autonomist Marxist theory and post structuralist theoretical developments within a political framework. Has been at the forefront with its videozine Kısa Devre (Short Circuit). One of the “most alternative” zines published in Turkey. URL: http://www.korotonomedya.net

Benzin:
Contemporary arts zine of which Çoşkun Sami and Şinasi Güneş put out a single issue in 2001. Subtitled Life Information. Included original texts and collages, as well as a translated text by French philosopher Baudrillard. Since 2005, has continued its life online as eBenzin Güncel Sanat E-zine (e-Gasoline Contemporary Arts E-zine). Features fields of current art like street art, mail art, and video art. URL: http://www.ebenzin.com

99KÇ:
Started in April 2005 by Erman Akçay. The first street art magazine from the fertile lands of Bostancı (a district of Istanbul whose name means “vegetable gardener”). Has given space to examples of graffiti from Turkey and abroad and to interviews with the important street artists and illustrators of the world. Has published 4 issues so far.

Kop-Art (Cop Art or Break Behind):

Began its print life in October 2006 as photocopies by Gamze Fidan, Cansu Aybar, and Zeynep Turuthan. Comes out irregularly. A “street couture” zine that has adopted collage as its mode of expression. A zine platform that brings independent visions to its audience with street art, critical media readings, alternative culture products, and surprise guests/topics. Teaser site online, URL: http://www.kop-art.8m.net

abridged and translated from eBenzin 3 (2007; http://www.ebenzin.com/sayi3/6.asp) by Donny Smith

Şinasi Güneş

fanzinlere kuşbakışı

Ticari ve profesyonel olmayan, düzensiz ve küçük miktarlarda çogalan yayınlardır. Fanzinler, bazen elle hazırlanırken bazen de fotokopi yoluyla çoğaltılıp dağıtılan sınırsız bir ortamda üretilen anarşist bir yapıya sahip yayınlardır. Fanzinlerin birçoğunun üzerinde kimlik bilgileri yoktur. Çok sınırlı sayıda çoğaltılan bu yayınları bulmak kolay değildir. Fanzinler, özel ilgi alanları olan kişi ya da gruplar tarafından, yine bu kişi ve gruplar arasında fiziksel bağ kurmak amacıyla üretiliyor ve genellikle periyodik aralıklarla yayımlanmıyorlar. Fanzinler, alternatif kültür sanat mekanlarında, kitapçılarda, küçük dükkanlarda, kafelerde bulunabiliyor. Genelde kent kültürünün hakim olduğu yerlerde yayımlanıyor. Nitekim Anadolu'da kültür sanat komplekslerinin yoksunluğu ve buna paralel olarak sanatın dolaşımının olmaması fanzinlerin yeterince yayınlanmamasının başlıca sebebidir. Sanat fanzinleri ekseriyetle karikatür, posta sanatı , sokak sanatı, video sanatı gibi disiplinler ile kolaj, yapıştırma, elle çizim gibi tekniklerin kullanılması ile oluşur. Sanat fanzinleri, sisteme entegre olamayan ya da sistemin dışında kalan bireylerin oluşturduğu, popüler kültüre dayalı kurumsal ya da kurumsal olmayan ilişkilere alternatif başkaldırı nesneleridir.

kısa türkiye deneyimleri

2002 yılında Altay Öktem tarafından Kadıköy'de hizmet veren Kargart'da ”Genel kültürden kenar kültüre: 101 Fanzin” başlığıyla bir sergi açılmıştı. Bilinmeyen birçok fanzin burada sergilenmişti. Daha sonra İthaki yayınları vasıtasıyla “Genel Kültürden Kenar Kültüre:101 Fanzin” adıyla kitap haline getirilmişti bu proje.. Yine Siyahi dergisi 5. sayıda Eren Barış – Selda Tuncer tarafından çeşitli illerden, çeşitli konsepteki fanzinlerin katılımıyla bir “fanzin workshop” düzenlendi. 2005 yılında Ankara’da fanzin market etkinliği düzenlendi. Bu bağlamda yapılan bir başka proje İzmir’de gerçekleşti. Bu fanzin sergisinde sanat fanzinleri de sergilendi. İzmir’de 7-18 ekim 2006 tarihleri arasında, Hayalbaz Sanat Derneği (www.hayalbaz.com) bünyesinde I. düş günleri yapıldı. Çeşitli sergi, performans ve work-shop'lar haricinde bir de küçük fanzin sergisi oldu. Rafet Arslan’ın düzenlediği fanzin etkinliğinde benzin, düzensiz, fetus, 99KÇ, albemuth, tesmeralsekdiz, psişik kedi, çamur gibi fanzinler yer aldı.

İnternette daha nitelikli ve sanat ağırlıklı olanlardan birkaçı şunlardır:

-Körotonomedya: 1993 yılında Ankara'da benzer düşünsel duyarlılıkları paylaşan bir grup akademisyen ve sanatçının bir araya gelmesiyle oluşuyor. 1994 yılında bu birliktelik etrafında üretilen çalışmalar ve araştırmalar ODTÜ'deki bir masaüstü bilgisayarında kurulan web sitesi aracılığıyla kamusal alana taşındı. 1994'ten bu yana Chiapas'taki Zapatist başkaldırısından deneysel video kuramına kadar pek çok ortak ilgi alanında çalışmalar üretildi, otonomist Marxist kuramın ve yapısalcılık sonrası kuramsal gelişmelerin (Türkiye'deki günlük hayata dair) politik bir çerçevede değerlendirilmesi yönünde uğraşılıyor. 2001’den itibaren nette varlığını sürdürüyor. KISA DEVRE adında video-zine’nin çıkarılmasına önayak oldu. Türkiye’de çıkarılmış en alternatif fanzinlerden biriydi. Net adresi: http://korotonomedya.net
-Benzin: 2001 yılında Çoşkun Sami ve Şinasi Güneş’in tek sayı çıkarttıkları güncel sanat fanzini. Hayat Bilgisi alt başlığıyla çıkan Benzin’de, özgün metin ve kolajların yanında, Fransız filozof Baudrillard’ın da bir çeviri metnine yer veriliyor. 2005 yılında net ortamında ebenzin güncel sanat e-zine olarak yayın hayatına devam ediyor. Sokak sanatı, posta sanatı, video sanatı gibi güncel sanat disiplinlerine ağrılık veriyor.fanzin şu an nette sürüyor.
Net adresi: www.ebenzin.com

-99KÇ: Erman Akçay tarafından nisan 2005’te start alan İstanbul/Bostancı mahsullü ülkenin ilk street art (sokak sanatı) mecmuası. 99KÇ yurtiçi ve dışından grafiti örnekleri yanında; dünyanın önemli sokak sanatçıları ve illüstratörleri ile yaptığı söyleşilere yer vermişti. 99KÇ şimdiye dek 4 sayı yayımladı.

-Süreli Sanat Projesi: Grafik tasarımcı Sevgi Arı tarafından Mersin’de çıkarılan bir fanzin. İlk sayısı matbaa çıkışlı olan fanzin şu an ikinci sayısı ile nette devam ediyor. Süreli sanat projesi, 2005 yılı mayıs ayında başladı.. "İçeriğini her bir harfin oluşturduğu bir süreli yayının görsel kimlik tasarımı" oluşturuyor. Bu projede öncelikli kaygı, üzerinde çok da düşünmediğimiz harflerin bir konu olarak ele alınabilirliğinin ortaya konulmasıdır. İkinci kaygı, süreli yayınların görsel kimliğinin oluşturulmasında farklı yolların denenebilirliğinin ortaya konulmasıdır (Görsel kimlik oluşturmak adına her bir sayının tasarım bağlamında, birbirini tekrar eden unsurlara sahip olmasının gerekmediğinin ortaya konulmasıdır). Diğer kaygı ise bir konunun farklı disiplinlerde çalışan kişiler tarafından hangi farklı yollar ve bakış açılarıyla ele alınabileceğinin ortaya konulmasıdır. Dolayısıyla bu projenin anlamı tiyatro, resim, grafik, müzik vb. gibi alanlarda iş üreten kişilerin katılımıyla çoğalıyor… Ve ancak Z harfi de bittiğinde tam anlamıyla bitmiş olacak olan bir fanzin projesi.Net adresi: www.surelisanat.com

-Düzensiz: Bay Perşembe’nin fikri ve Onston’un katılımı ile Ekim 2005’te yola çıkmış Düzensiz adlı hayalet gemi. Şimdi ise Düzensiz’in boşluğa savurduğu düş/şişeler 4. sayıya ulaştı. Sokağın sanatını Sürrealist devrimin ruhuna bağlı kalarak savunan Düzensiz; sanat ile hayat arasındaki köprüleri yıkmaya çalışan bir sanat eylemidir. Kaldırım taşlarının altındaki kumsala inananlar için!
Net adresi: http://www.dznsz.blogspot.com/


-Tesmeralsekdiz: Kasım 2005’te iki kafadar tarafından temelleri uzaya atılmış ve Şubat 2006 tarihinde Ankara’da ilk sayısı basılmış bir medya/sanat yayını. İkinci sayısıyla online yayına geçmiş bulunuyor. Güncel sanat ile ilgili soruşturmalar, video art, ham sanat (art brut), sokak sanatı, eleştirel medya okumaları vs. ile ilgili çeviriler, söyleşiler, yazılar yer alıyor. Çoklu okumalara ve düşüncelere açık bir yayın. Mart 2007’den itibaren baskı aşamasına yeniden giriyor…
Net adresi: http://www.tesmeralsekdiz.org/


-Kop-Art: Gamze Fidan, Cansu Aybar, Zeynep Turuthan tarafından 2006 yılının Ekim ayında fotokopi türevli olarak yayın hayatına başladı. Düzensiz aralıklarla çıkıyor. Kop-Art, kolajı bir ifade tarzı olarak benimseyen bir “street- couture”fanzinidir. Bağımsız vizyonlarını, sokak sanatı, alternatif kültür ürünleri ve sürpriz konu(k)lar aracılığıyle ilgili kitleye ulaştıran bir fanzin platformu. Net ortamındada tanıtım siteleri mevcut.
Net adresi: http://www.kop-art.8m.net/












Benzin







99KÇ


Süreli Sanat Projesi

War (Savaş)

Şinasi Güneş

“Şimdi buradasın; bir saniyelik bir varoluş, duvarda ezilen sinekler gibi”..
Francis Bacon

Sineklerin ömrü insanların ömrü ile mukayese edildiğinde çok kısa. İnsan ömrü de
kozmosdaki zaman kavramı düşünüldüğünde çok kısa. Esas olan sinek ve insanın birbirinden farksız olduğudur. İnsanoğlu bu kısa ömrünü kıyasıya savaşarak geçirmiştir.
Bugün gerçek savaş, her zaman adı barış olan savaşın patlamasıyla oluşuyor.
“Gerilla Graffiti”leriyle dünya çapında tanınan Banksy, Batı Şeria’da İsrail’in Filistin’le arasında ördüğü duvara “Tatil Enstanteneleri” adıyla hayatla dalga geöçen esprili resimler yapmıştı.Bu resimler İsrail tarafındaydı.

İstanbul’da hükümete ve toplumun sanat insiyatiflerine muhalif, sokaklarda uygulanan graffiti ve sitensil’lar her geçen gün artmakta. Nitekim Flypropaganda’ya ait fotograf “Savaş” bunun iyi bir örneği. Flypropaganda’nın üretimlerini Beyoğlu ve çevresinde sıklıkla görebiliyoruz. Motif olarak sineği kullanıyor. Bazen bir ATM gişesine bazen bir reklam panolarının üzerine müdahale ediyor.
Hatırlanacağı üzere grafiti sanatçıları, Tunç "Turbo" Dindaş - "S2K", WYNE - "S2K", Ari Alpert; Flypropaganda'nın ortak çalışması ile 9. Uluslararası İstanbul Bienali'nde Sanatçı Luca Frei'nin enstalasyonu oluşturulmuş idi. (16 Eylül - 30 Ekim 2005)

Bizi şaşırtan bu üretimlerin bir o kadar hızlı bir şekilde üstünün kapatılmasıdır. Halkımızın çizgi dışı görüntülere karşı son derece tahammülsüz olması bir anlamda ürkütücü.Ülkemizde kamuya açık alanlarda illegal olarak yapılan graffiti suç sayılıyor. Graffiti yapan yazıcılara göre ise bu bir suç değil, SANAT. Bu durum daha çok mülk sahiplerini ilgilendiriyor.Fakat devletin birimleri, belediyeler vb. kurumlar devreye giriyor.Bu da işleri güçleştiriyor.
Sokak sanatının yaygınlaşmasında internetin rolü büyüktür. İnternetin dezavantajı ise çok tüketildikçe popülistleşmesi, anlama ilişkin içeriğinin boşaltılması tehlikesidir.
Galeriler ve benzeri mekanlarda da küratör merkezli graffiti ve stensil uygulamalarının olduğu sergilere rastlamaktayız.Bunun başka bir varyasyonunu galerilerle çalışan sanatçıların başını çektiği 7 eylül 2006’ da açılan “Exociti” sokak sanatı projesi oluşturuyor. Projenin kuratörü Övül Durmuşoğlu’nun ilgili sanatçıları sokak sanatı yazıcılarından değil de İstanbul sanat arenasında adı sıkça geçen sanatçılardan (Selim Birsel, Mürüvvet Türkyılmaz, Hale Tenger, Adnan Yıldız) oluşturması başlı başına bir handikap.Oysa binlerce yazıcı var şu an bombalarını salan.Bu sergi bağlamında olan yaklaşımlar politik olan içerikten yoksundur. Oysa sokak sanatı resmi olan yada kurumsallaşmış olanın karşısındadır.Sokak sanatı direkt olandır vede günlük hayatın içindedir.

Son dönemde sokak sanatı uygulayıcılarının üretimleri bazı batı şehirlerinde sokakların değer kazanmasına neden oluyor.Graffiti ile bezenmiş bu sokaklarda ev ve kira fiyatlarının artması dolaşımın farklı bir yüzünü göz önüne sermektedir. Artık kuytu saloş sokaklar hit sokaklara dönüşmektedir.

Sokak sanatı örnekleri ne kadar mahalif de olsa ticari bir meta olarak kullanılabiliyor.Bazen bir poster, bazen bir sticker, bazen bir haber olarak. Sanatçı yeni ve özgün olanın peşinde. Kapitalizmde yeni ve özgün olanı satın alıyor. Sanatçının yeni ve özgün olanı, kapitalizmin en büyük ticari silahı haline geliyor. Kapitalizm güdümlü olan yaratıcılığının tekabüliyetini bu şekilde sağlıyor.
















Flypropaganda

Posta Sanatı’nın Elektronik Boyutu

Şinasi Güneş









Eddie Willson

Posta sanatı (Mail Art) bilindiği üzere yöntem olarak posta sistemini kullanan bir sanatsal harekettir. Posta sanatı’nın ana konsepti, sanat objesinin değişimi ve sanatçılar arasındaki kominikasyondur. Sanatçılar arasındaki geleneksel mektup zinciri şu şekilde dolaşıma girer:
“Sanatçı çalışmasını bir diğer sanatçıya yollar. Mektubu alan sanatçı, bu çalışmaya eklemede bulunur ve bir başka sanatçıya yollar. Bazen özel posta sanatı listeleri kullanılır.Bu sürecin sonunda sıklıkla sergiye konulması için çalışmalar, çalışmayı başlatan kişiye geri yollanır.”

Posta sanatı 20. yüzyılın başlarında ortaya çıktığından bu yana bir çok farklı disiplin ve iletişim aracından faydalanmıştır.Posta sanatı ağı çalışanları mektup, ofset baskı, fotokopi, faks, turizm, kişisel bilgisayar gibi iletişim teknolojilerini kullandılar. Günümüzde ise hızla gelişen internet teknolojisi Posta sanatı atmosferini büyük ölçekte belirlemektedir. Hatta bazı Posta sanatı sanatçıları ayrı bir elektronik posta sanatı ağından bahsetmeye başladı.
Sınırlardan bağımsız topluluklar yaratma fikri internetin getirdiği bir fikir olarak düşünülmekle birlikte, posta sanatı sanatçıları onlarca yıldır bu fikir üzerinde pratik yaptılar. 1990’ ların ortalarında posta sanatı sanatçıları interneti bu ağı genişletmek için kullanmışlardır. Bu dijital versiyonlar edit edilmemiş röportajları, sanatçı ifadelerini, internetteki imaj sergilerini, sohbet ve mesaj panolarını ve elektronik postaları içeriyordu. Bu metodların hepsinin geleneksel posta sanatı’nda karşılıkları vardı. Sanatçı ifadeleri ve imajların dağılımı, sergi dökümanları ve zinler ile olmakta idi.
İnternetin temel iddiası sınırsız bir dünya yaratmaktı. Batı dünyasında internete bağlanan insanların sayısı gün geçtikçe artmakla birlikte, diğer taraftan dünyanın geri kalan kısmında milyonlarca kişi bu teknolojiden uzak kalmaktadır.Ve hatta elektirikten bile yoksun yaşayanlar bulunmaktadır.Afrika ve ortadoğudaki ülkelerin büyük bir bölümünü bu kategoride değerlendirebiliriz.Posta sanatı’nın başta A.B.D, Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, İspanya, Belçika gibi gelişmiş batılı ülkelerde yoğun olarak yapıldığını düşünürsek, bu tesbitin ne derece doğru olduğunu anlarız. Batıda bile bir çok insan teknolojinin hastalıklı bir şekilde hızlı gelişimi karşısında korkuya kapılmakta, ne yazık ki bilgisayar teknolojisini yakalayamamaktadır.
Posta sanatı’nda fikirler ve sanat posta sistemi ile yayılır. (mektuplar, zinler¹, kitaplar, plastik mühürler gibi) Posta sanatı’nın internette kullanımı oldukça kişiliksizdir ve ayrıca samimi bir iletişim için internet kullanışlı bir ortam değildir.Posta sanatı ağının en önemli amaçlarından bir tanesi kominikasyondur ve bu yüzlerce katılımcısı için posta sanatını çekici hale getirmiştir. Her insanın özel bir sesi, beden dili, el yazısı, kağıda sözcükleri dağıtışı vardır.Kendimizi teknolojiye adapte etmeden sanatımızı ve fikirlerimizi aktarmaya elektronik posta teknolojisi olasılık vermemektedir. Elektronik posta bize yalnızca düz bir yazı yollama imkanı verirken, yollayan kişiye ait bir özellik içermemektedir. Sanatçılar elektronik posta ile sanat yapıtının fotoğraflarını yollayabilmektedir.Bunun bilginin dolaşımı için kullanışlı bir yol olduğunu söyleyebiliriz.Ne yazık ki bu fotoğraflar bize sanat yapıtının boyutlu versiyonunun verdiği etkiyi vermez. elektronik postanın yayılımı pozitif bir gelişmedir.Kabul etmek gerekir ki internetin hız gibi bir avantajı vardır.Bir fikri bir kaç dakikada bir çok kişiye gönderme şansına sahipsiniz. Fakat hız insan zihnini karıştırır, insan beyni ara vermeye ve bu mesajlar üzerinde düşünmeye ihtiyaç duyar.Elektronik posta iletişimi yakında bir karmaşa halini alabilir. Bu karmaşa bir çok problemlere neden olabilir.İnternet bilgi hastalığına neden olabilmekte ve gerçek dünyadan uzaklaştırabilmektedir.Dünya çapında informasyon erişimi materyal deliliğine neden olmakktadır. İnternetteki bilgilerin doğruluğu hakkında bir kesinlik yoktur. İnternette bilgi erişimi oransal ve zamansal fayda sağlarken, kalite açısından bir fayda yaratmamaktadır.
İnternet dilini kullanan posta sanatı karmaşık, hızlı ve teknolojik bir oluşum olduğu için sanatın demokratikleşmesi için iyi bir araç değildir.Oysa sanatın yavaş ve sağlam bir ağa ihtiyacı vardır ki fikirler sanatçıların zihinlerine yavaşça girebilir ve gelişebilirler. Posta sistemi tüm dünyada her ülkede geçerli olan bir sistemdir.Teknoloji olarak sadece kağıt, kaleme ve de okuma yazma eğitimine gereksinim duyar.Kişinin her türlü yol ile kendisini ifade edebilmesini sağlar.
Bütün bunların aksine, posta sanatı’nın internette kullanımı ile oluşan inceleme araçları ve amaçları üretken bir edebiyat kaynağı yaratmıştır.Gelişen edebiyat posta sanatı ağı içerisindeki dinamik ve değerleri kıyaslayacak bilgi kaynaklarını sağlamaktadır.İnternet ortamında oluşan yeni formlar, posta sanatı’nın yeni konseptlerinin yaratılmasında etkili rol oynamaktadır.İnternetin genel olarak ticari kullanımına rağmen, web sitelerinde yer alan posta sanatı çalışmaları ticari beklenti olmadan sergilenmektedir.Bu durum posta sanatı’nın internet ortamında alternatif yapısını göstermektedir.
Bugün 50’nin üzerinde ülkede posta sanatı yapılıyor.Bugün bu mevcut ülkeler arasına Türkiye’de dahil oldu.
Türk sanatçılarının 2006 yılında süregelen uluslararası posta sanatı projeleri aşağıdadır.
An Su Aksoy: “Bir varlık olarak ay” ( http://www.geocities.com/courrier_m/ )
Şinasi Güneş: “Küresel Isınma” ( http://www.simulasyon.net/ )
Hülya Küpçüoğlu: “Portreler”Ilgım Veryeri: “Suyun altı, deniz altı”
Bu sanatçıların dışında uluslararası ortamda Ferruh Alışır, Fatih Balcı, Sabriye Çelik, Nilde Şafak, Güvenç Uguz, birçok posta sanatı projesine iştirak etti.
İnternet’in son 5-6 yıldır yoğun bir şekilde evlerimize girmesi posta sanatı’nın ülkemizde yaygınlık kazanmasına neden olmuştur.Türkiye’de posta sanatı’nın önü çok açık olarak görülmektedir..

Mail Art Siteleri
http://www.simulasyon.net/watch/index.htm
http://kiyotei.blogspot.com/
http://www.fripsmailart.blogspot.com/
http://digitalmailart.blogspot.com/
http://a1mailart.blogspot.com/
http://www.mailart.com.ar/menu.htm
http://mailxart.blogspot.com/
http://thomaslowetaylor.blogspot.com/
http://sghinismus.blogspot.com/
http://frogandtoadswildride.blogspot.com/
http://www.art.net/%7Ekiyotei/mailart/docs.html


Zine¹: Magazin sözcüğünün bir kısaltmasıdır.Ticari olmayan, sirkülasyonu az olan genellikle az ilgi gören fotokopi şeklindeki şahsi yayınlardır.Bilgisayar çıktılarından elle yazılmış metinlere kadar değişen çeşitli formatlarda yayınlanır.

Gösterilen İle Gösterilmek İstenen Arasındaki Fark

















Burak Delier



Şinasi Güneş

“Free Kick” (Serbest Vuruş) sergisi adındanda anlaşılacağı gibi serbest vuran bir sergi oldu. Ama bu serbest vuruş biraz fazla serbest oldu. Gerçi Halil altındere bu serbestliği gençlere olanak tanımak gerekçesi ile kurguladığını söylese de, bu serginin problemlerini kapatmaya yetmedi. Sonuç olarak bienale paralel ve sanki onun parçası gibi konumlanan bir serginin ciddiyeti ve ağırlığı ile örtüşmedi. Sergi ortamı, üretimlerin tekil olarak vede birbirleri ile olan ilişkilerinin okunuşunu gölgeleyen hatta algılanmasını bile imkansız kılan bir yapıdaydı. Böyle bir enflasyonda ve sıkışıklıkta zaten problemleri aşılamamış ve görsel daveti olmayan çalışmalar ucuzlaştı. Sergi esnasında bunalan izleyici çareyi bir ana önce mekanı terketmekte buldu. Hemen karşısında yer alan “Çekim Merkezi” gerçekten bir çekim merkezi olmayı başardı( ironik ama her sergi adı gibi oldu), sergi daha doyurucu ve nitelikli işleri ile “Free Kick” sergisini bir yerde sabote etti. Çünkü bu durum karşılaştırmamayı imkansız kılıyordu. Gerçi bu mekanın steriliğinden yola çıkarak, burjuva imalı eleştiriler getirilip , “Free Kick” sergisinin ne domokrat ve halkçı olduğu söylenmeye çalışılsa da malasef bu açıklama girişimi de sergiyi kurtarmaya yetmedi.

Sergi gösteri toplumunun tüm semptonlarını yansıtıyordu. Eglenceye ve hızlı tüketime dönük yapısıyla bu sıfatı hakketti. Sergi bununla paralel bir üretim zihniyeti ile seyirci önündeydi. Böyle olması kaçınılmazdı çünkü tüketim mantığının iç yapısı buna zorluyordu.Siyasi oldukları vaaz adilen çalışmalar, bu siyasallıklarından ötürü önemli bir konuma oturmayı talep ediyorlardı. Ama siyasallık bu tür çalşmaların günümüz türkiyesinde önemli bir koşulu olarak algılansa da ( cesaretlerini takdir etmeliydik çünkü) sanatsal olanın yeterli koşulu hiçbir zaman olmamıştır. Tarih ideoloji tarafından manipüle edilen çalışmalar ile doludur. İnanmayan Hitler Almanya’sına ve Stalin Rusya’sına baksın. Bu çalışmalar asla sanat tarihinde değerli bir yere oturmamıştır. Ama elbet, zemzen kuyusuna işeyen de tarihe kalmıştır o başka. Tarihe geçmek tek değer olunca (zengin olmak gibi), işte herşey aslından uzaklaşmaya başlar. Bu yüzden maalesef bu çalışmalar amaçladıklarına belki yakın, ama amaçladıklarını vaaz ettikleri şeye uzak düşmüşlerdir. İllüstratif ağırlıklı karikatürize edilmiş bu ürünler entellektüel altyapıdan yoksunluklarıyla, sanatsal olana uzak düştükleri gibi politik olana da uzak düşmüşlerdir.

Olumlu olan tek şey sergi katoloğunun grafik dizaynının başarılı bir şekilde kotarılmış olmasıdır. Sadece buna baksak belki çok başarılı bir sergi olduğunu söyleyebilirdik. (sergi katologlarının neden bunca önemsendiği böylece bir kez daha anlaşılmış oldu)

Sanatın Hâli, Pür Melâli Üzerine Çevrimiçi Bir Söyleşi


Fatih Balcı: Merhaba.

Şinasi Güneş: Merhaba.

Fatih Balcı: Bu akşam sanatın durumu üzerine konuşmak üzere bilgisayar başındayız. Bu oldukça geniş bir konu, birçok boyutu içinde taşıyor ama bir yerden başlamak gerekiyor.

Şinasi Güneş: İstanbul’da tezahür eden son gelişmelerle başlayabiliriz. İstanbul’da şu sıralar neler oluyor?

Fatih Balcı: Gözlemlediğimiz bir şey var. Bize gençliğimizin ilk döneminde öğretilen, bizim bir şekilde içselleştirdiğimiz sanata ve sanatçıya ilişkin, bunların işlevi üstüne, yargılarımız var. Örneğin bakıyorum sanatı hiçbir zaman bir iş olarak görmemişiz. Yani para kazanmak için yaptığımız profesyonel bir şey olmamış bu. Bu daha çok bir uğraş ve bu uğraşın yapılmasında belirleyici olan bundan bizim aldığımız zevk. Bu zevk elbet kendimizi ve dünyayı anlamamız için bize sağladığı olanaklar, açtığı kapılar. En azından bunu uzun süre böyle düşündük. Şimdi oldukça naif, hatta söylendiğinde insanı epey saf gibi gösteren bir kavrama biçimi bu.

Şinasi Güneş: Eczacıbaşı Modern Sanat Müzesi’ni, Kıraçlar da Pera Müzesi’ni açtı. Ardından Sabancılar Emirgan’daki müzede Picasso sergisini açtılar.200 binin üzerinde insan ziyaret eti sergiyi. Soru şu: Varlıklı zümre çağdaş sanata niçin yatırım yapmaya başladı?

Fatih Balcı: Gelmek istediğim yere kısa yoldan girdin. "Under Construction" Güncel Sanat Mekânı, Tepe Gurubu da bu işe girdi.

Şinasi Güneş: Sanatın iletişim için olduğunu düşünerek içine dâhil olduk. Oysa bugün sanatın kendisi değil imajı önemli hale gelmiş durumda.

Fatih Balcı: Epey bir süredir sanat denilen şeyin doğasında bir dönüşümü gözlemliyoruz. Son birkaç yıldır ise şiddetlenen bir metamorfoz var gibi geliyor bize.

Şinasi Güneş: Bunlara paralel gelişen bir olay var ki o da Borusan Sanat Galerisi’nin kapanması. Onca çabaya rağmen Türkiye’de istikrarsızlık hayatın her yanını vuruyor.
Fatih Balcı: Borusan olayı ilginç, sanatın prestije ve bunun da paraya dönüştürülebildiği bir dönemde bu mekânın kapanması ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir durum.

Şinasi Güneş: Sarkis’ten, Aksanat’ta, sergisinin açılış kokteyline girerken davetiye istenmesi, yine aynı şekilde Yapı Kredi Sanat Galerisi’nde Joseph Beuys açılış kokteyline davetiyesiz kimsenin alınmaması, sanatın iş dünyası tarafından manipüle edildiğini bize gösteriyor. İş dünyasının sanatsal alanı eline geçirmesi, küçük bir grubun kendi arzu ve amaçlarıyla alanı dönüştürmesine neden oluyor. Zaten bu anlamda cılız bir yapı var Türkiye’de. Nitekim küçük olan sanatsal alanın, bu şekilde yaşamsal damarları da kesiliyor.

Fatih Balcı: Batılı ülkelerin 1960’lardan sonra girdiği sürece bizde dâhil olduk. Yoksa ülkemizde Kapitalizm sağlıklı gelişiyor diye sevinmeli miyiz? :) Daha önce sanatsal alan hiçbir şekilde rant getirici olmadığı için bu alan ancak “çılgınlar” tarafından dolduruluyordu. Gerçi o zamanlar da özel sektörün bu alana yatırım yapmamasından şikâyet ediliyordu. Ama arada kesin bir ayrım var; artık sanatsal alanı profesyonel iş bilgisiyle donatılmış işletmeciler doldurmuş durumda. Tüm çılgınlar bu arada kapı önüne süpürüldü.

Şinasi Güneş: Türkiye’de devlet sanatı yönlendirmekte oldukça etkisiz kalıyor. Hele şu anki hükümetin kültür politikası yüzünden devletin elindeki mekânlar ölü gibi yatıyor. Bizdeki pratiğin tam tersi Fransa’da mevcut. Fransa’da sanatı devlet yönlendiriyor ve korkunç bir gelir elde ediyor. Bu mukayese düşünüldüğünde tartışılacak bir noktada olduğumuzu görmekteyiz.

Fatih Balcı: Fransa’da devletçi gelenek çok daha güçlü; aslında bizde de fena sayılmaz ama oradaki üretkenlik bizde yok. Ama sorun yine aynı yerde düğümleniyor. Bu mekânlar devlete de ait olsa sonuç çok değişmeyecek gibi. Bizdeki bürokratik yapı düşünülürse… Para kazanmanın dominant değer olduğu bir yerde, sanatsal olanın niteliğinin değişmesi kaçınılmaz. Elbette her dönem parayı veren düdüğü çalmıştır. Ama böylesine her olguyu ve değeri içine alıp eriten ve daha sonra yeniden döken bir ortamı solumadık.

Şinasi Güneş: Aslında birkaç yıl önce Sultanahmet’te ilginç bir olay yaşamıştım. Gülhane’den Topkapı Müzesine kadar olan o dar ve uzun yolda 16 bin kişi bekliyordu. Soruşturduğumda müzeler haftası nedeniyle o gün müze girişlerinin bedava olduğu tarafıma iletildi. O gün izdiham oluyor gerekçesi ile müzeleri kapattılar. Hem insanların buraya gelmemesinden yakınacaksınız hem de ilk tanınan fırsattaki izdihamı görüp ürkeceksiniz. Sanki bundan rahatsız olunmuş gibi geldi bana.

Fatih Balcı: Müzeler belli bir düzeyde sanatın, kültürün tüketilmesi için gerekli. Ama müzelerin sanatın kısa yoldan ve ucuza tüketileceği mekânlar olduğu unutulmamalı. Bu tür bir tüketicilik daha çok turistik bir mantıkla gerçekleşiyor.

Şinasi Güneş: Müzeler büyük alışveriş merkezleri gibi geniş zaman dilimlerinin tüketildiği yerler. Türk izleyicisi yeni bir yaşayış moduna giriyor.

Fatih Balcı: Belki de sergiler, restoranlar ve bu gibi şeylere müşteri sağlamak için bir araçtır. Abartılı bir sav ama genel mantık doğru. Aynen televizyonlar gibi... Filmler falan hep reklâmlar için bir bahane değil mi?

Fatih Balcı: Hem kâr mantığı çerçevesinde yönetiliyorlar, hem de sanatsal otorite olarak duruyorlar. İşte böyle bir ortamda sanatın ve sanatçının alacağı formun ne olacağı konuşulmalı ve düşünülmeli.

Şinasi Güneş: Sence güncel sanat ortamını müzeler ve yeni açılan mekânlar tetiklemez mi?
Fatih Balcı: Niceliksel bir artışın olacağı yani sanat dedikleri şeyin yayılımının ve tüketiminin artacağı kesin... Ama sanatın niteliği ne olacak; anlamaya çalıştığımız şey bu.
Şinasi Güneş: Başka bir durum, insanlar Picasso sergisine para ödeyerek girdiler. Reklâm plastik sanatları da sattırıyor demek ki.

Fatih Balcı: Ben Picasso sergisinde tuhaf duygulara kapıldım. Millet kuyruğa girdi sergiyi gezmek için. Çıkanlara ne anladıkları sorulduğunda birçoğu bir şey anlamadıklarını itiraf ediyordu. Şimdi gezilen Picasso falan değil ki, gezilen popüler kültürün bir figürü haline getirilmiş “Picasso imgesi”. Japonya’ya Mona Lisa’yı götürdüklerinde millet öyle yığılmış ki insanlara bakmak için saniyelerle zaman vermişler. ...Şimdi senin baktığın nedir?

Şinasi Güneş: Ben Paris'teki Louvre Müzesi’nde kalabalık yüzünden Mona Lisa’ya doğru düzgün bakamadım bile. O kadar yüceltilmiş ki insanlar resmin küçük olduğunu fark ettiklerinde müthiş şaşırıyorlardı?

Fatih Balcı: Aslında Mona Lisa popüler kültürün kurmacası. Mona Lisa görülemeyecek bir şekilde çoktan kayboldu.

Şinasi Güneş: Bu durumda sanatsal olan güme gitmiş durumda.

Fatih Balcı: Galiba öyle; maalesef… Nasıl bilim, ilk ortaya çıktığındaki amaçlarını, ideallerini taşımıyorsa; sanat da 18. yüzyılda oluşturulan anlamlarını taşımadığı gibi, Modernizm’in ona yüklediği işlevselliği taşımıyor bugün. Bilim dediğimiz şey ekonomik girdi sağlayacak alanları araştıran bir etkinliğe dönüştü. Gerçeği aramak gibi değerler, amaçlar artık bilimsel olanın çok uzağında. Bilgi nasıl bu mantığın esiriyse sanat da bu ilkenin dışında durmakta zorlanacaktır. Kendi başına anlamlı olabilmesi mümkün değil gibi. Bu yüzden gösteri dünyasının bir parçasına dönüşüyor. İlginç bir şekilde sanat toplumsal olanın dolaysız bir parçasına geri dönüyor. Sanatın topluma olan eleştirel mesafesi kayboluyor. Modernite öncesi bir döneme geri dönüş bu. Mısırlılar gibi ya da Ortaçağ sanatının toplumsal durumunu anımsatıyor.

Şinasi Güneş: Resim dediğimiz olgu buna tamamen kendini teslim etmiş durumda. Hatta güncel sanat ile uğraşanların bile bu durumun uzağında kalamadıklarını gözlemleyebiliyoruz sanırım.
Fatih Balcı: Evet kesinlikle. Güncel sanat çevreleri kendi varlık sebeplerini bile unutarak, gözden uzak tutarak bu sürece katılıyor. Çünkü başka bir şekilde var olması mümkün olmayacaktır. Yapılan işlere bak; frapanlaşmaya, sloganlaşmaya çok açık. Akıntıya karşı konulamadığı için bu süreç büyüyerek devam ediyor. Nasıl bilgisayar diline dönüşmeyen hiçbir bilgi sisteme dâhil edilemiyorsa, bu çalışmalarda kendinden önce ortaya çıkmış bu yapının filtrelerinden geçmek zorunda kalıyor.

Şinasi Güneş: O zaman başa dönüp neydi bu sanat yahu, sanatçıdan biz neyi bekliyorduk demek lazım. Yolda kaybettiğimiz şeyi bulmak için başa dönmek mantıklı.

Fatih Balcı: Hatırlamaya çalışalım: Bizim tanımımız sanırım daha çok 18. yüzyıldan bu yana şekillenen bir kavram: Özgünlük, yaratıcı hayal gücü, duyarlılık, eleştiri vs. Dinin çöküşü, sanatçıya yeni işlevlerin yüklenmesine yol açtı. Deha gibi bir kavram bu şekilde anlaşılabilir. Gerçeklikten, başka kimselerin göremediği, algılayamadığı olgulardan bizi haberdar eden bir deha; uyuşmuş duyarlılığımızı sarsan biri. Bunun adına topluma mesafeli, kendini dışarıda bir yerlerde konumlayan ve bu uğurda bedel ödemeye hazır biri. Daha sonra sanatçı toplumun ilerlemesinde inşa edici güçlerden biri olarak görüldü. Modern toplumun zihinsel inşasında en önemli görevler ona verilmişti.

Şinasi Güneş: Aslında günümüzde, Postmodernizm’den bahsedilen bir zamanda sanatın bu büyük eğlence endüstrisinin parçası haline dönüşmesi, bizi tekrar önemli olan şeyleri aramaya itiyor. Bu bir nostalji mi!? Sanat her zaman manevi bir nokta olmalı. Sanat bu mekaniklikten, sığlaşmadan sıyıracak tek kurtarıcı gibi görünüyor hala bana.

Fatih Balcı: Bu anlamda sanatçı yalnızlaşmayı, acı çekmeyi de kabul etmiş biriydi. Ama bu onu aynı zamanda yüceltiyordu. En azından kendini böyle algılıyordu. Toplum da sanatçıların çılgınlığını bunlar adına hoş karşılıyordu. Şimdi soruyu yine soralım. Günümüz sanatçısı ne kadar bunlara uyuyor?

Şinasi Güneş: Türkiye'de acı çektiği kesin.

Fatih Balcı: :) :)Kendisi için acı çekiyor ama başkaları için değil sanırım. Şimdi gerçekten bağımsız ve muhalif bir kişinin bu ortamda var olması mümkün mü? Günümüz sanatçısı kimlerle uzlaşıyor, ne tür ittifaklar yapıyor?

Şinasi Güneş: Sorun şu: Ekonomik baskılar ve yaptırımlar sanatçının alternatif yanını törpülüyor. Sistemle uzlaşmasını sağlıyor. Bağımsız ve muhalif bir kimliğin öne çıkması mümkün değil. Bugün “anarşist ” yaklaşımların da sanat alanında tükenmiş olması üzücü.

Fatih Balcı: Sanatsal tekellerden söz ediliyor.

Şinasi Güneş: Kesinlikle. Kurumsal ilişkileri ellerinde bulunduran insanların başını çektiği tekeller bunlar. İstenilen, belirli bir sanatçı tipolojisinin oluşmasına neden oluyorlar.

Fatih Balcı: Şimdi gerçekten bir sanatçı kendini göstermek, sesini duyurmak için ne yapabilir? Barajlar nelerdir? Nelerle uğraşması gerekir?

Şinasi Güneş: Bir kere tanıtımını yapmak zorunda. Bu zaten başlı başına ödün vermeyi gerektiriyor.

Fatih Balcı: Niye tanıtım olgusunu başa koydun?

Şinasi Güneş: Çünkü bir sanatçının var olabilmesi buna bağlı. Kendi köşende ürettiklerini sanatsal ortama açman gerekiyor.. Bu çok zor çünkü dünya gerçekten küresel bir köye dönüşmüş durumda ve pazar nasıl sadece yerel bir şey değilse, sanat da yerel değil. Dünya küratörleri, kurumları da paslaşma içinde. Birbirlerini tanıyorlar. Dünyaya açılabilmen için bu kişilerle bağlantı içinde olmalısın.Ve yahut bunun dışında bağımsız olarak hareket etmen gerekir.Şimdi bilgisayar ve internetin yaygınlaşması sonucunda bazı olanaklar var denebilir. Ama yine kurulu bir dolaşım sisteminin içine dâhil olmak bu yolla çok güçtür. Bundan dolayı sanatçı enerjisinin önemli bir bölümünü de işlerinin tanıtımına ayırıyor.

Fatih Balcı: O zaman halen bağımsız bir kişi olabilmek ve ben buradayım diyebilmek için sanatçı kendini ve sistem içindeki durumunu oluşturmak zorunda. Sanatçı sadece söyleyecekleri olan biri değil artık. O söylediklerini oyunun kurallarınca söylemesi gereken bir strateji uzmanı. Bu söyleyeceklerini bile belirliyor. Belki her zaman bir parça öyleydi… Ama…

Şinasi Güneş: Bir de insanlar o kadar yoğun ve hıza ilişkin bir yaşayış içerisindeler ki eğer iyi bir tanıtım olmazsa o sergiye gitmeleri mümkün değil. Bugün birçok galeriyi haftada on ile yirmi kişi izlemeye gidiyor. Onlar sadece yemek içmek, daha dışavurumcu bir biçimde eğlenmek istiyorlar. Zaten izleyiciye bu şekilde de ulaşmak mümkün değil. Küçük yerlerde ilgi daha çok oluyor. Birde bombardıman olayı var. Her yerde bir şey açılıyor.

Fatih Balcı: Tüketim endüstrisinin sonucu bu, yoğunluğuna bir tüketim olamayacağına göre, kısa erimli eylemlerin daha yoğun olarak üretilmesi lazım. Bol miktarda oyalanabileceğin malzeme…
Şinasi Güneş: Bugün bir sanatçının sergi açmanın gerekli olup olmadığını gerçekten düşünmesi gerekiyor.

Fatih Balcı: Gördüğün gibi işin pratiği değişmiş durumda. Sanatçı bunu üzerinde uğraşacağı bir iş gibi görüyor.Bu da çalışmanın iletişim organlarında yer alması için yönlendirilmesi demek.
Çalışma bir hayata ilişkin, bir soruna değil. Kendi varlığına ilişkin, yani medyada görünürlüğün, yayılımının, tüketiminin mümkünlüğü üstüne bir soruna dönüşüyor. Bugün birçok üslubun, tarzın, anlayışın, çoğalmasının nedeni bu. Bunların hiçbir sanatsal ve yaşamsal gerekçesi yok. Tek bir şey yönlendiriyor bunları, dikkat çekme kaygısı. İletişim araçlarının mantığı bunu zorunlu kılıyor. Artık burada bir muhaliflikten, mesafeden, öncü mantıktan söz etmenin imkânı yok.

Şinasi Güneş: Bize dayatılan yaşama biçimlerine ve değerlerine karşı bir mücadele gerekiyor sanırım.

Fatih Balcı: Gözden kaçmaktan, onaylanmamaktan, toplumsal hafızaya dâhil olamamaktan korkuyoruz. Bu riski göze almadan doğru bir şeyler yapmak mümkün değil belki de. Şimdi gördüğümüz sanatçı tipi asla son aşamada tatmin yaşamayacak bir tip. Kendisinin belirli yerlere bağlanması gerektiğinin fakına varanlar kapılarını zorluyor, pencereyi camı kırıyor. İçeri giremezse bir nefret ilişkisine dönüştürüyor bunu. Karalamalar saldırılar. Mesele bana göre içerde veya dışarıda kalma sorunu aslında. Dışarıda kalmanın acısı büyük oluyor genellikle. Ama bir sorun var. Zaten sanatçı dışarıda, yalnız bir kişi değil miydi? Hayır, bu mümkün değil artık. Dışarıda olmak katlanılır bir şey değil. Bugün faklı, muhalif, mesafeli, gizemli olmak içsel bir şey değil, simülatif bir şekilde üretilmiş göstergeler. Halen gerçek sanatın var olduğuna ilişkin bizi ikna etmek için üretilen bir gösteri bu.

Şinasi Güneş: Sanatın insanlara ulaşmasını sağlayacak ara yollar icat etmek lazım. Bu sürece bizden erken giren Amerika’da alternatif medya örgütlenmelerine ilişkin denemeler yapılmıştı. Halen bu medyalar tek taraflı dezenformasyona karşın etkinliklerini sürdürüyorlar. Bu çabalar önümüzde duruyor.

Fatih Balcı: Pazarın dominant yapısı, değerleri, dokulara nüfuz ettikçe, ağrı eşiğinin geçilmesi gibi, hissizleştik. İşte tıkanan nokta burası.

Şinasi Güneş: Tası tarağı toplayıp gitmeyeceğimize göre arayışlara devam.
.