18 Temmuz 2008 Cuma

Sanatın Hâli, Pür Melâli Üzerine Çevrimiçi Bir Söyleşi


Fatih Balcı: Merhaba.

Şinasi Güneş: Merhaba.

Fatih Balcı: Bu akşam sanatın durumu üzerine konuşmak üzere bilgisayar başındayız. Bu oldukça geniş bir konu, birçok boyutu içinde taşıyor ama bir yerden başlamak gerekiyor.

Şinasi Güneş: İstanbul’da tezahür eden son gelişmelerle başlayabiliriz. İstanbul’da şu sıralar neler oluyor?

Fatih Balcı: Gözlemlediğimiz bir şey var. Bize gençliğimizin ilk döneminde öğretilen, bizim bir şekilde içselleştirdiğimiz sanata ve sanatçıya ilişkin, bunların işlevi üstüne, yargılarımız var. Örneğin bakıyorum sanatı hiçbir zaman bir iş olarak görmemişiz. Yani para kazanmak için yaptığımız profesyonel bir şey olmamış bu. Bu daha çok bir uğraş ve bu uğraşın yapılmasında belirleyici olan bundan bizim aldığımız zevk. Bu zevk elbet kendimizi ve dünyayı anlamamız için bize sağladığı olanaklar, açtığı kapılar. En azından bunu uzun süre böyle düşündük. Şimdi oldukça naif, hatta söylendiğinde insanı epey saf gibi gösteren bir kavrama biçimi bu.

Şinasi Güneş: Eczacıbaşı Modern Sanat Müzesi’ni, Kıraçlar da Pera Müzesi’ni açtı. Ardından Sabancılar Emirgan’daki müzede Picasso sergisini açtılar.200 binin üzerinde insan ziyaret eti sergiyi. Soru şu: Varlıklı zümre çağdaş sanata niçin yatırım yapmaya başladı?

Fatih Balcı: Gelmek istediğim yere kısa yoldan girdin. "Under Construction" Güncel Sanat Mekânı, Tepe Gurubu da bu işe girdi.

Şinasi Güneş: Sanatın iletişim için olduğunu düşünerek içine dâhil olduk. Oysa bugün sanatın kendisi değil imajı önemli hale gelmiş durumda.

Fatih Balcı: Epey bir süredir sanat denilen şeyin doğasında bir dönüşümü gözlemliyoruz. Son birkaç yıldır ise şiddetlenen bir metamorfoz var gibi geliyor bize.

Şinasi Güneş: Bunlara paralel gelişen bir olay var ki o da Borusan Sanat Galerisi’nin kapanması. Onca çabaya rağmen Türkiye’de istikrarsızlık hayatın her yanını vuruyor.
Fatih Balcı: Borusan olayı ilginç, sanatın prestije ve bunun da paraya dönüştürülebildiği bir dönemde bu mekânın kapanması ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir durum.

Şinasi Güneş: Sarkis’ten, Aksanat’ta, sergisinin açılış kokteyline girerken davetiye istenmesi, yine aynı şekilde Yapı Kredi Sanat Galerisi’nde Joseph Beuys açılış kokteyline davetiyesiz kimsenin alınmaması, sanatın iş dünyası tarafından manipüle edildiğini bize gösteriyor. İş dünyasının sanatsal alanı eline geçirmesi, küçük bir grubun kendi arzu ve amaçlarıyla alanı dönüştürmesine neden oluyor. Zaten bu anlamda cılız bir yapı var Türkiye’de. Nitekim küçük olan sanatsal alanın, bu şekilde yaşamsal damarları da kesiliyor.

Fatih Balcı: Batılı ülkelerin 1960’lardan sonra girdiği sürece bizde dâhil olduk. Yoksa ülkemizde Kapitalizm sağlıklı gelişiyor diye sevinmeli miyiz? :) Daha önce sanatsal alan hiçbir şekilde rant getirici olmadığı için bu alan ancak “çılgınlar” tarafından dolduruluyordu. Gerçi o zamanlar da özel sektörün bu alana yatırım yapmamasından şikâyet ediliyordu. Ama arada kesin bir ayrım var; artık sanatsal alanı profesyonel iş bilgisiyle donatılmış işletmeciler doldurmuş durumda. Tüm çılgınlar bu arada kapı önüne süpürüldü.

Şinasi Güneş: Türkiye’de devlet sanatı yönlendirmekte oldukça etkisiz kalıyor. Hele şu anki hükümetin kültür politikası yüzünden devletin elindeki mekânlar ölü gibi yatıyor. Bizdeki pratiğin tam tersi Fransa’da mevcut. Fransa’da sanatı devlet yönlendiriyor ve korkunç bir gelir elde ediyor. Bu mukayese düşünüldüğünde tartışılacak bir noktada olduğumuzu görmekteyiz.

Fatih Balcı: Fransa’da devletçi gelenek çok daha güçlü; aslında bizde de fena sayılmaz ama oradaki üretkenlik bizde yok. Ama sorun yine aynı yerde düğümleniyor. Bu mekânlar devlete de ait olsa sonuç çok değişmeyecek gibi. Bizdeki bürokratik yapı düşünülürse… Para kazanmanın dominant değer olduğu bir yerde, sanatsal olanın niteliğinin değişmesi kaçınılmaz. Elbette her dönem parayı veren düdüğü çalmıştır. Ama böylesine her olguyu ve değeri içine alıp eriten ve daha sonra yeniden döken bir ortamı solumadık.

Şinasi Güneş: Aslında birkaç yıl önce Sultanahmet’te ilginç bir olay yaşamıştım. Gülhane’den Topkapı Müzesine kadar olan o dar ve uzun yolda 16 bin kişi bekliyordu. Soruşturduğumda müzeler haftası nedeniyle o gün müze girişlerinin bedava olduğu tarafıma iletildi. O gün izdiham oluyor gerekçesi ile müzeleri kapattılar. Hem insanların buraya gelmemesinden yakınacaksınız hem de ilk tanınan fırsattaki izdihamı görüp ürkeceksiniz. Sanki bundan rahatsız olunmuş gibi geldi bana.

Fatih Balcı: Müzeler belli bir düzeyde sanatın, kültürün tüketilmesi için gerekli. Ama müzelerin sanatın kısa yoldan ve ucuza tüketileceği mekânlar olduğu unutulmamalı. Bu tür bir tüketicilik daha çok turistik bir mantıkla gerçekleşiyor.

Şinasi Güneş: Müzeler büyük alışveriş merkezleri gibi geniş zaman dilimlerinin tüketildiği yerler. Türk izleyicisi yeni bir yaşayış moduna giriyor.

Fatih Balcı: Belki de sergiler, restoranlar ve bu gibi şeylere müşteri sağlamak için bir araçtır. Abartılı bir sav ama genel mantık doğru. Aynen televizyonlar gibi... Filmler falan hep reklâmlar için bir bahane değil mi?

Fatih Balcı: Hem kâr mantığı çerçevesinde yönetiliyorlar, hem de sanatsal otorite olarak duruyorlar. İşte böyle bir ortamda sanatın ve sanatçının alacağı formun ne olacağı konuşulmalı ve düşünülmeli.

Şinasi Güneş: Sence güncel sanat ortamını müzeler ve yeni açılan mekânlar tetiklemez mi?
Fatih Balcı: Niceliksel bir artışın olacağı yani sanat dedikleri şeyin yayılımının ve tüketiminin artacağı kesin... Ama sanatın niteliği ne olacak; anlamaya çalıştığımız şey bu.
Şinasi Güneş: Başka bir durum, insanlar Picasso sergisine para ödeyerek girdiler. Reklâm plastik sanatları da sattırıyor demek ki.

Fatih Balcı: Ben Picasso sergisinde tuhaf duygulara kapıldım. Millet kuyruğa girdi sergiyi gezmek için. Çıkanlara ne anladıkları sorulduğunda birçoğu bir şey anlamadıklarını itiraf ediyordu. Şimdi gezilen Picasso falan değil ki, gezilen popüler kültürün bir figürü haline getirilmiş “Picasso imgesi”. Japonya’ya Mona Lisa’yı götürdüklerinde millet öyle yığılmış ki insanlara bakmak için saniyelerle zaman vermişler. ...Şimdi senin baktığın nedir?

Şinasi Güneş: Ben Paris'teki Louvre Müzesi’nde kalabalık yüzünden Mona Lisa’ya doğru düzgün bakamadım bile. O kadar yüceltilmiş ki insanlar resmin küçük olduğunu fark ettiklerinde müthiş şaşırıyorlardı?

Fatih Balcı: Aslında Mona Lisa popüler kültürün kurmacası. Mona Lisa görülemeyecek bir şekilde çoktan kayboldu.

Şinasi Güneş: Bu durumda sanatsal olan güme gitmiş durumda.

Fatih Balcı: Galiba öyle; maalesef… Nasıl bilim, ilk ortaya çıktığındaki amaçlarını, ideallerini taşımıyorsa; sanat da 18. yüzyılda oluşturulan anlamlarını taşımadığı gibi, Modernizm’in ona yüklediği işlevselliği taşımıyor bugün. Bilim dediğimiz şey ekonomik girdi sağlayacak alanları araştıran bir etkinliğe dönüştü. Gerçeği aramak gibi değerler, amaçlar artık bilimsel olanın çok uzağında. Bilgi nasıl bu mantığın esiriyse sanat da bu ilkenin dışında durmakta zorlanacaktır. Kendi başına anlamlı olabilmesi mümkün değil gibi. Bu yüzden gösteri dünyasının bir parçasına dönüşüyor. İlginç bir şekilde sanat toplumsal olanın dolaysız bir parçasına geri dönüyor. Sanatın topluma olan eleştirel mesafesi kayboluyor. Modernite öncesi bir döneme geri dönüş bu. Mısırlılar gibi ya da Ortaçağ sanatının toplumsal durumunu anımsatıyor.

Şinasi Güneş: Resim dediğimiz olgu buna tamamen kendini teslim etmiş durumda. Hatta güncel sanat ile uğraşanların bile bu durumun uzağında kalamadıklarını gözlemleyebiliyoruz sanırım.
Fatih Balcı: Evet kesinlikle. Güncel sanat çevreleri kendi varlık sebeplerini bile unutarak, gözden uzak tutarak bu sürece katılıyor. Çünkü başka bir şekilde var olması mümkün olmayacaktır. Yapılan işlere bak; frapanlaşmaya, sloganlaşmaya çok açık. Akıntıya karşı konulamadığı için bu süreç büyüyerek devam ediyor. Nasıl bilgisayar diline dönüşmeyen hiçbir bilgi sisteme dâhil edilemiyorsa, bu çalışmalarda kendinden önce ortaya çıkmış bu yapının filtrelerinden geçmek zorunda kalıyor.

Şinasi Güneş: O zaman başa dönüp neydi bu sanat yahu, sanatçıdan biz neyi bekliyorduk demek lazım. Yolda kaybettiğimiz şeyi bulmak için başa dönmek mantıklı.

Fatih Balcı: Hatırlamaya çalışalım: Bizim tanımımız sanırım daha çok 18. yüzyıldan bu yana şekillenen bir kavram: Özgünlük, yaratıcı hayal gücü, duyarlılık, eleştiri vs. Dinin çöküşü, sanatçıya yeni işlevlerin yüklenmesine yol açtı. Deha gibi bir kavram bu şekilde anlaşılabilir. Gerçeklikten, başka kimselerin göremediği, algılayamadığı olgulardan bizi haberdar eden bir deha; uyuşmuş duyarlılığımızı sarsan biri. Bunun adına topluma mesafeli, kendini dışarıda bir yerlerde konumlayan ve bu uğurda bedel ödemeye hazır biri. Daha sonra sanatçı toplumun ilerlemesinde inşa edici güçlerden biri olarak görüldü. Modern toplumun zihinsel inşasında en önemli görevler ona verilmişti.

Şinasi Güneş: Aslında günümüzde, Postmodernizm’den bahsedilen bir zamanda sanatın bu büyük eğlence endüstrisinin parçası haline dönüşmesi, bizi tekrar önemli olan şeyleri aramaya itiyor. Bu bir nostalji mi!? Sanat her zaman manevi bir nokta olmalı. Sanat bu mekaniklikten, sığlaşmadan sıyıracak tek kurtarıcı gibi görünüyor hala bana.

Fatih Balcı: Bu anlamda sanatçı yalnızlaşmayı, acı çekmeyi de kabul etmiş biriydi. Ama bu onu aynı zamanda yüceltiyordu. En azından kendini böyle algılıyordu. Toplum da sanatçıların çılgınlığını bunlar adına hoş karşılıyordu. Şimdi soruyu yine soralım. Günümüz sanatçısı ne kadar bunlara uyuyor?

Şinasi Güneş: Türkiye'de acı çektiği kesin.

Fatih Balcı: :) :)Kendisi için acı çekiyor ama başkaları için değil sanırım. Şimdi gerçekten bağımsız ve muhalif bir kişinin bu ortamda var olması mümkün mü? Günümüz sanatçısı kimlerle uzlaşıyor, ne tür ittifaklar yapıyor?

Şinasi Güneş: Sorun şu: Ekonomik baskılar ve yaptırımlar sanatçının alternatif yanını törpülüyor. Sistemle uzlaşmasını sağlıyor. Bağımsız ve muhalif bir kimliğin öne çıkması mümkün değil. Bugün “anarşist ” yaklaşımların da sanat alanında tükenmiş olması üzücü.

Fatih Balcı: Sanatsal tekellerden söz ediliyor.

Şinasi Güneş: Kesinlikle. Kurumsal ilişkileri ellerinde bulunduran insanların başını çektiği tekeller bunlar. İstenilen, belirli bir sanatçı tipolojisinin oluşmasına neden oluyorlar.

Fatih Balcı: Şimdi gerçekten bir sanatçı kendini göstermek, sesini duyurmak için ne yapabilir? Barajlar nelerdir? Nelerle uğraşması gerekir?

Şinasi Güneş: Bir kere tanıtımını yapmak zorunda. Bu zaten başlı başına ödün vermeyi gerektiriyor.

Fatih Balcı: Niye tanıtım olgusunu başa koydun?

Şinasi Güneş: Çünkü bir sanatçının var olabilmesi buna bağlı. Kendi köşende ürettiklerini sanatsal ortama açman gerekiyor.. Bu çok zor çünkü dünya gerçekten küresel bir köye dönüşmüş durumda ve pazar nasıl sadece yerel bir şey değilse, sanat da yerel değil. Dünya küratörleri, kurumları da paslaşma içinde. Birbirlerini tanıyorlar. Dünyaya açılabilmen için bu kişilerle bağlantı içinde olmalısın.Ve yahut bunun dışında bağımsız olarak hareket etmen gerekir.Şimdi bilgisayar ve internetin yaygınlaşması sonucunda bazı olanaklar var denebilir. Ama yine kurulu bir dolaşım sisteminin içine dâhil olmak bu yolla çok güçtür. Bundan dolayı sanatçı enerjisinin önemli bir bölümünü de işlerinin tanıtımına ayırıyor.

Fatih Balcı: O zaman halen bağımsız bir kişi olabilmek ve ben buradayım diyebilmek için sanatçı kendini ve sistem içindeki durumunu oluşturmak zorunda. Sanatçı sadece söyleyecekleri olan biri değil artık. O söylediklerini oyunun kurallarınca söylemesi gereken bir strateji uzmanı. Bu söyleyeceklerini bile belirliyor. Belki her zaman bir parça öyleydi… Ama…

Şinasi Güneş: Bir de insanlar o kadar yoğun ve hıza ilişkin bir yaşayış içerisindeler ki eğer iyi bir tanıtım olmazsa o sergiye gitmeleri mümkün değil. Bugün birçok galeriyi haftada on ile yirmi kişi izlemeye gidiyor. Onlar sadece yemek içmek, daha dışavurumcu bir biçimde eğlenmek istiyorlar. Zaten izleyiciye bu şekilde de ulaşmak mümkün değil. Küçük yerlerde ilgi daha çok oluyor. Birde bombardıman olayı var. Her yerde bir şey açılıyor.

Fatih Balcı: Tüketim endüstrisinin sonucu bu, yoğunluğuna bir tüketim olamayacağına göre, kısa erimli eylemlerin daha yoğun olarak üretilmesi lazım. Bol miktarda oyalanabileceğin malzeme…
Şinasi Güneş: Bugün bir sanatçının sergi açmanın gerekli olup olmadığını gerçekten düşünmesi gerekiyor.

Fatih Balcı: Gördüğün gibi işin pratiği değişmiş durumda. Sanatçı bunu üzerinde uğraşacağı bir iş gibi görüyor.Bu da çalışmanın iletişim organlarında yer alması için yönlendirilmesi demek.
Çalışma bir hayata ilişkin, bir soruna değil. Kendi varlığına ilişkin, yani medyada görünürlüğün, yayılımının, tüketiminin mümkünlüğü üstüne bir soruna dönüşüyor. Bugün birçok üslubun, tarzın, anlayışın, çoğalmasının nedeni bu. Bunların hiçbir sanatsal ve yaşamsal gerekçesi yok. Tek bir şey yönlendiriyor bunları, dikkat çekme kaygısı. İletişim araçlarının mantığı bunu zorunlu kılıyor. Artık burada bir muhaliflikten, mesafeden, öncü mantıktan söz etmenin imkânı yok.

Şinasi Güneş: Bize dayatılan yaşama biçimlerine ve değerlerine karşı bir mücadele gerekiyor sanırım.

Fatih Balcı: Gözden kaçmaktan, onaylanmamaktan, toplumsal hafızaya dâhil olamamaktan korkuyoruz. Bu riski göze almadan doğru bir şeyler yapmak mümkün değil belki de. Şimdi gördüğümüz sanatçı tipi asla son aşamada tatmin yaşamayacak bir tip. Kendisinin belirli yerlere bağlanması gerektiğinin fakına varanlar kapılarını zorluyor, pencereyi camı kırıyor. İçeri giremezse bir nefret ilişkisine dönüştürüyor bunu. Karalamalar saldırılar. Mesele bana göre içerde veya dışarıda kalma sorunu aslında. Dışarıda kalmanın acısı büyük oluyor genellikle. Ama bir sorun var. Zaten sanatçı dışarıda, yalnız bir kişi değil miydi? Hayır, bu mümkün değil artık. Dışarıda olmak katlanılır bir şey değil. Bugün faklı, muhalif, mesafeli, gizemli olmak içsel bir şey değil, simülatif bir şekilde üretilmiş göstergeler. Halen gerçek sanatın var olduğuna ilişkin bizi ikna etmek için üretilen bir gösteri bu.

Şinasi Güneş: Sanatın insanlara ulaşmasını sağlayacak ara yollar icat etmek lazım. Bu sürece bizden erken giren Amerika’da alternatif medya örgütlenmelerine ilişkin denemeler yapılmıştı. Halen bu medyalar tek taraflı dezenformasyona karşın etkinliklerini sürdürüyorlar. Bu çabalar önümüzde duruyor.

Fatih Balcı: Pazarın dominant yapısı, değerleri, dokulara nüfuz ettikçe, ağrı eşiğinin geçilmesi gibi, hissizleştik. İşte tıkanan nokta burası.

Şinasi Güneş: Tası tarağı toplayıp gitmeyeceğimize göre arayışlara devam.
.

Hiç yorum yok: